Karşılaştığım genç bilim insanı adaylarına, ileride ne yapmak istediklerini sorduğumda, bir kısmından en azından bilimle uğraşmak istedikleri cevabını alıyorum. Bunların bir bölümü ise “araştırmacı” olacağım diyor. Çoğunun aklında Amerika’da master ve doktora var, hatta en
moda projeyi de moleküler biyoloji oluşturuyor. Aslında onlara hak veriyorum, bundan yirmi
yıl önce bana da sorulsaydı “ne yapmak istiyorsun” diye, ben de araştırma yapmak istiyorum
derdim. Ancak bizim, bugünde kırılamamış kötü bir alışkanlığımız var, biz araştırmayı
makinelerin yapabileceğini düşünmeye başlamışız. Hani bir söz vardır; “nereye gideceğini
bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar yardım edemez diye”, maalesef bilimde de bu noktaya
varmışız. Oysa Einstein’ın sözüdür, “hayal edebilmek, bilgi sahibi olmaktan daha önemlidir”.
Yeni araştırılan konu için “ticari kit” varsa, o araştırmadan yeni bir şey çıkmaz
Bugün baktığımızda bilim daha çok verilen projeler üzerine kuruludur. Yani oturur bir proje
yazarsınız, sonra bunu uygun biçimde fonlara sunarsınız. Projenin ayağı yerine basıyorsa,
hocanız da destek atmışsa projeler geçer. Lakin aslında bu bir şey değildir, yani makineler ve
teknik imkanlar hazır geldiğinde, ortada “kullan-at” usulü bir teknik altyapı mevcutsa, biliniz
ki o işten yeni bir şey çıkmaz. Çünkü yeni bir şey bulmaya soyunmuşsanız, bunun ticari hale
gelmiş “kit sistemleriyle” başarılabilmesi mümkün değildir. Artık ticari hale gelmiş, yani hazır satılan” sistemden yeni bir buluş çıkartılması mümkün değildir.
O nedenle bilimde esas olan orijinal düşüncedir. Bu düşünce garip, hatta saçma bile olabilir.
Einstein’ın bir diğer sözüdür; “Bir düşünce başta saçma görünmüyorsa ondan yeni bir şey
çıkmaz”. Bunu bir vesile karşılaştığımız bütün genç bilim insanı adaylarına söylüyorum,
bilimsel araştırmada aslında okumanın ve doğru yorumlamanın önemli olduğunu, tıpkı bir
hastaya tanı koyar gibi, teknik aşamanın, aynen tıbbi tetkikler gibi, o düşünceyi doğrulamak
için gerektiğini vurguluyorum. Bu saptama iki açıdan önemli, siz yeterli derinlikte bilgi
sahibiyseniz sırtınız asla yere gelmez. Ama giderek bir cihaz çöplüğüne dönen ve tamamen
ayrı bir endüstrinin sunduğu imkanlardan mahrum olmanın düşürebileceği “yetersizlik
kompleksinin” etkisinde de kalmazsınız.
Gideceği yönü bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar yardım edemez
Bu kompleks daha çok yolu Amerika’dan geçenlerin sorunudur. Oradaki laboratuarların
teknik olanaklarından çok faz etkilenirler. Her şey ellerinin altında, cihazlar tıkır tıkır
çalışmaktadır. Yeter ki numuneyi bul ve cihaza yüke. Peki ya sonra, cihazın verdiği bir tomar
kağıdı yorumlama aşamasında işler durur. Bu örnekle Türkiye’de de karşılaştım, teknik açıdan
tamamen yeterli bir büyük araştırma merkezinde, son derece zeki ve işine tutkulu genç bir
bilim insanı, bir milyon dolarlık makinenin proteinin dizisini nasıl analiz ettiğini anlattı; “40
‘terabyte’ bilgi çıkacak bu dizi analizinden” dedi. “Peki onu ne yapacaksınız” dedim, “analiz
edeceğim” dedi.
O nedenle yeniden hatırlatalım,
1. Bilimde esas olan yenlikçi düşüncedir.
2. Bu düşünce satın alınabilir cihazlar ve kitlerle çalışılabiliyorsa, artık yeni değil
demektir.
3. Gideceği yönü bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar yardım edemez.