Biyoloji, yani canlıların yaşam özellikleri konusunda yazılanlar da, aynen tıbbın büyük bölümü için geçerli olduğu üzere betimlemelere dayalıdır. İnsan ilk kez gördüğü bir şey için elbette sadece tanımlayıcı bir dil kullanabilir. Bilgi birikimi arttıkça, aynı işlevin diğer canlılarda nasıl gerçekleştiği anlaşıldıkça, betimleyici bilgilerin birleştirilip bir yoruma varılması da olanaklı hale gelir. Ne var ki bu bilgilerin genel bir bakış açısı, işler mantık ve dahası felsefe halinde bütünleştirilmeleri sıkıntılı bir süreçtir. Burada karşılaşılan sorun aslında iki yönlüdür, ilki ve daha yüzeysel olanı, hayatını bir canlının birkaç özelliğini inceleyerek geçirmiş birine aslında özelliklerin ortak olduğunun anlatılmasında yaşacak olan kısıtlılıktır. Mesela kalın bağırsak ile ilgilene bir cerraha, bu organın aslına su ve tuz emiliminden sorumlu olmadığını, bir fermantasyon (mayalama) sisteminin ana bileşeni olarak işlev gördüğünü kolay kolay anlatamazsınız. Ama ikici sorun daha büyüktür, canlıların ortak özelliklerini birleştirip de bir felsefe çerçevesine oturtmaya kalktığınızda bunun doğruluğundan siz de bir yere kadar emin olabilirsiniz. Dahası çıkarımlarınız görünenin (zahiri) dışına taşarak başka bir içrek (Batıni) anlama dönüşecektir. İçrek anlamın anlaşılması çok kolay olamayacağı gibi, bugüne kadar öretilmiş ve benimsenmiş anlayışla büyük ölçüde çelişebilir.
Süt ve yumurta akı aslında benzer işlevler gösterir
Bunu süt örneğiyle açıklamaya çalışalım, süt memelilerin yavrularını beslemek için sundukları özel bir sıvıdır. Bunun fazlasından biz de yararlanarak doğrudan ya da yoğurt, kefir gibi dolaylı yollarla tüketebiliriz. Böyle bakınca süt bir besin öğesi olarak kabul edilir. Lakin sütün bileşimine ve işlevine baktığınızda durum değişir. İçerisinde albümin adı verilen aslında kanın bir bileşeni olan molekül, yeni doğan canlının korunmasına yönelik bağışıklık molekülleri, kazein adı verilen ve türe özgü ana bileşen, floranın kurulmasına yönelik mikroorganizmalar (ki bunların çoğu sindirim sistemi florası özelliği gösterir), yavrunun büyümesini uyaran hormon etkinliği gösteren proteinler ve kemiklerin gelişmesini sağlayan kalsiyum da bulunmaktadır. Bu bileşenleri toplayıp da benzerlikleri gözden geçirdiğinizde aslında yumurtanın beyazının içeriklerini bulursunuz. Tek fark, yumurtanın içerdiği kalsiyum beyazından değil, onu saran kabuktan emilir. Yumurta tavuğun dışında kuluçka ortamında gelişirken, kuzu ya da buzağı bu sütü alarak büyümesini tamamlar. Bu anlattıklarımızın bütününü değerlendirdiğinizde ise süt ya da yumurta beyazının, aslında bir besin olmanın ötesinde “yaşamın akışkan formu” olduğu düşüncesine varırsınız. Yaşamın bu akışkan formu insanlar tarafından pişirilerek tüketilirler (haşlama ya da bir taşım kaynatma), dolayısıyla biyolojik aktif moleküller etkinliklerini önemli ölçüde yitirir. Aslında çiğ alınmaları durumunda da sindirim sisteminin asit salgısı tarafından doğal yapılarını büyük ölçüde kaybedeceklerdir. Bunun istisnası ise bebektir, asit salgı kapasitesi ancak belli bir yaşta olgunluğa erişeceğinden, bebeklere gıdalar çiğ olarak verilemez.
Bağırsak toprağın vücuttaki devamlılığıdır
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız süt ve yumurta örneğinin biyolojinin diğer alanlarında da karşılıkları vardır. Bundan yaklaşık beş yıl önce rahmetli Ahmet Aydın’la katıldığımız bir programda, bağırsakların aslında “dahili topraklar” olduğunu, o nedenle esas beslemenin vücuda değil, bağırsaklara ait olduğunu, hatta bunların belli zaman hiç gıda alınmayarak dinlenmeye bırakılması gerektiğini de (nadas, oruç) söylemiştik. Bu bir “teşbih” (benzetme) değildi. Aradan geçen zaman ve üzerine okunan onca makaleye karşılık bu bakış biçimi bırakınız yerinde saymak, çok daha sağlam biçimde ilk söylendiği konumuna yerleşti. Bağırsakların aynen toprak gibi bir doğal mikroorganizma örtüsüne (mikrobiota) sahip oldukları, bunun nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde süte geçtiği, farklı canlılarda bir miktar farklılıklar gösterdiği, dengenin bozulmasının irritabıl bağırsak hastalıklarından tutun, otizm de dahil pek çok ciddi hastalıkla ilişki gösterdiği bilim camiasında bile giderek daha fazla karşılık bulmakta. Ancak mesele felsefi irdelemeye geldiğinde “toprak aslında insanın içinde de devam eden bir süreklilik gösterir” sonucu çıkmakta.
Bu kısaca değindiğimiz birkaç örnek bile aslında betimleyici olmaktan ileriye geçememiş bilimin bir genel ve ortak anlam içerisinde birleştirilebileceğini” göstermektedir. Zamanı geldiğinde, bilgiler yeniden birleştirilecektir.