Biyolojik bilimlerin ve tıbbın gelişimindeki en önemli aşamalardan biri kuşkusuz mikroorganizmalar dünyasının keşfidir. Bugün mikrobiyoloji olarak tanımladığımız bu alan “adını koymak” açısından Pastör dönemine kadar geri gider. Leeowenhoek ve çağdaşı Hooke’un mikroskobu geliştirmesiyle, bu canlı formlarının genel yapısı da algılanma şansı bulur. Derken, büyüklükleri açısından filtrelerden geçmesi mümkün olamayan bakterilerden çok daha küçük, yani filtreden geçen başka “bulaştırılabilir” yaşam formları olduğu da anlaşılır, böylelikle virüsler tanımlanır. Zaman geçer, moleküler biyolojinin de katkılarıyla bugün kullandığımız sınıflama biçimine ulaşırız. Buna göre (genel kabul gören mantıkla) mikroorganizmalar, prokaryotlar altında sınıflanan bakteriler ve arkea ile ökaryotlar içerisinde yer alan mantarlardan meydana gelir.
Mikrobiyolojik araştırmalar da kazanç ya da sorun odaklıdır
Bakteriler konusunda aradan geçen dönemde çok fazla araştırma yapılmıştır. Bugün bakterilerin yaşam koşulları, neden olabilecekleri hastalıklar, çoğalmalarının moleküler mekanizmaları ve çoğunun gen haritaları da detaylı olarak bilinmektedir. Beri yandan mikrobiyoloji biyolojinin ötesinde pek çok faaliyet alanını da ortaya çıkarmıştır. Başta gıda üretiminde olmak üzere, yaşamalarını, bulaşmalarını ya da en azından çoğalmalarının önlenmesine yönelik teknikler devasa bir hijyen sektörünü oluşturmuştur. Söz konusu sektör kimyasal hijyen malzemelerinden ultraviyole lambalarına kadar çok geniş bir üretim alanını barındırır. Hastalıkların önlenmesi ya da tedavisine yönelik olarak da dev bir aşı ve antibiyotik endüstrisi ortaya çıkmıştır. Ne var ki mikroorganizmalar hakkında bilinmeyeler, bilinenlerden hala kat be kat fazladır.
İnsanın gözlem becerisinin önemi ve kısıtlılıkları konusunda çok fazla şey yazdık, bunlara tekrar değinmeyeceğiz. Ancak bunun nedenleri arasında “olaylar karşısındaki yaklaşımın kazanç ya da sorun odaklı olmasını” mutlaka dile getirmeliyiz. Örnekle açıklamaya çalışalım, bir bakterinin varlığı herhangi bir sorun yaratmıyorsa, bununla ilgili araştırmalar sadece biyolojinin ve mikrobiyolojinin çalışma alanına kısıtlı kalır. Oysa bir sorunun çözümü için sağlanan kamu araştırma fonları ya da özel teşebbüs yatırımları çok fazla iken, “sorun yaratmayan biyolojik bir alanının araştırılması” için verilen kaynaklar kısıtlıdır. Bakterilerin doğal biyolojileri konusundaki çalışmalar da bu nedenle daha çok sonuç odaklıdır. Sorun yaratmayan bir bakteri, ancak endüstriyel değer taşıyan bir ürünün üretilmesi söz konusu olduğunda yatırım (araştırma fonu) alır. Moleküler biyolojideki ilerlemeler de aynı nedenle daha çok burada uygulama alanı bulur. Bugün deterjanlarda kullanılan kir çözücü enzimlerden, kimya endüstrisinin gereksinim duyduğu envai çeşit maddeye kadar, karmaşık ve yüksek verim (miktar anlamında) gerektiren pek çok molekül, bakterilere yaptırılır (sentezletilir) ve kullanılır. Oysa mikroorganizmalar, bilmediklerimiz bir yana, yeryüzündeki çeşitliliğin doruk noktasını oluşturur, bunun sistematik ve düzenli araştırılması için mevcut bilim insanı kaynakları bile yeterli değildir.
Esas mesele doğal ortamdaki işlevleri tanımlamaktır
Dolayısıyla mikroorganizmalar konusunda araştırılması esas eksik kalmış alan, bunların herhangi bir sorun yaratmadıkları, yaşadıkları ortama zarar vermedikleri (mesela bağırsak bakterileri, yani “mikrobiyota”, kommensal ilişki), hatta karşılıklı yarar sağladıkları (simbiyotik ilişki) durumlardır. Laboratuarda üretilen bakteriler konusunda çok şey biliyor olmamıza karşılık, yaşadıkları doğal ortam, farklı soyların birbirleriyle ve özellikle yaşadıkları konakla ilişkileri ancak son on yılda dikkati çekmiştir. Henüz anlaşılmanın çok gerisinde olan bu alan, aslında dünyamızın geleceğini şekillendirecek kadar büyük potansiyel taşımaktadır.