Bu yazıyı özellikle geçen haftaki “Biyolojinin mantığının açıklanmasında ‘işlemsel benzerlik’ neden önemlidir?” yazısına gelen yorumlara binaen kaleme alıyoruz. Geçen hafta tartıştığımız konuyu madde madde bir kez daha irdeleyelim.
- İçine doğulan bir sistem (bizim biyoloji dediklerimizin bütünü) doğan ve yaşayanlar tarafından algılanır, ama anlaşılamaz:
Kişi etrafında gördüklerini öncelikle betimler, detayları görebildiği kadar anlatır, bu konuda kitaplar yazar, resimler koyar, isimlendirmelerde bulunur. Yeni tanımlanmış bir şeye onu araştıran kişinin koyduğu isim genellikle en iyisidir (aşağıda örneğini göreceksiniz), ama ileride daha detaylı bir anlama vakıf olunca daha iyi bir isim de bulunabilir (bu tersine de işleyebilir, yani anlam veren isim değiştirilip, unutulabilir). Konu bir manzara tasviri düzeyinde kaldığı sürece (anatomi biliminin bütünü budur) sorun yoktur, ama işlevin nasıl ortaya çıktığını araştırmaya başladığınızda sistemin kendisi yeterli olmaktan çıkar.
Mesela idrar kesesi örneğini verelim, kesenin tek işlevi idrarı biriktirmek görünmektedir. O nedenle “zaten bir atık olduğu varsayılan idrar neden biriktiriliyor ki?” sorusunun anlamlı bir yanıtı yoktur (sosyal yaşamın kolaylaşması denir, ama aynı kese hayvanlarda da vardır). Bilgi artıp da kesenin aslında steril olmadığını öğrendiğinizde, “idrarın biriktirilmesinin nedeni oradaki bakterilere besin sunmaktır” açıklamasını da getirebilirsiniz. Lakin kesenin ameliyatla alınmasının bilinen bir yan etkisi yoktur, dolayısıyla oradaki bakterilerin mevcudiyet nedeni de tartışılır hale gelir. Bir sonraki çıkarsama ise, bakterilerin orada kendi halinde yaşayan ve bize fayda ya da zarar vermeyen canlılar olduğudur. Dolayısıyla idrar kesesi konusunda son derece detaylı anatomi, işlevi konusunda bir yığın fizyolojik bilgi bilseniz, test yöntemi geliştirseniz de, idrar kesesinin durumu tartışmalı kalır. Kesenin durumunun anlaşılmasına yardımcı olabilecek örnekler ise ayrı bir idrar kesesi olmayan, idrarı doğrudan karın zarı içine boşaltan canlılardır; yani “çalışma prensibinin aynı olması gerektiğini varsayarak” en uç örnekle işlemsel benzerliği bulmaya uğraşırsınız. İşte genler vb. ancak o noktada işe yaramaya başlar, benzer genlerin benzer yerlerde işlev gördüğünden hareketle, gerçeğe en yakın düşünceyi geliştirebilirsiniz (tabi gerçek varsa).
- Bir konuda yapılan ilk açıklama bir kere kabul edildikten sonra, diğer olasılıkla artık neredeyse hiç araştırılmaz. Oysa bambaşka mekanizmalar da söz konusu olabilir:
Buna ilişkin örneği de ilaç konusunda verelim. Adriamisin kanser tedavisinde kullanılan bir ilaçtır, en ciddi yan etkisi ise kalp kasının kasılma gücünü azaltmasıdır. İlaç bu nedenle belli bir dozun üstünde verilemez. Şimdi Adriamisin tarihi konusundaki kitabi bilgiyi aktaralım: “Doksorubisin ya da hidroksidaunorubisin (ticarî adıyla Adriamisin) kanser kemoterapisinde kullanılan bir ilaçtır. Bir antrasiklin türevi antibiyotiktir, doğal bir ürün olan daunomisin ile yakından ilişkilidir ve diğer tüm antrasiklinler gibi DNA içine enterkalasyon yapar. Doksorubisin’in tarihi 1950’lerde, Farmitalia adlı bir İtalyan araştırma şirketinin toprak mikroplarından üretilen antikanser bileşikleri bulma girişimine dayanır. 13. yüzyıldan kalma bir kale olan Castel del Monte civarından elde edilen bir toprak numunesinde yeni bir Streptomyces peucetius suşu izole edilmiş ve bu bakterinin ürettiği kırmızı renkli bir antibiyotiğin fare tümörleri üzerinde iyi bir etkinliğe sahip olduğu bulunmuştur. Yaklaşık aynı zamanda bir grup Fransız araştırmacı da aynı bileşiği keşfettiği için bu iki araştırma ekibi ona daunorubisin adını verdiler. Bu ad, İtalya’da bu maddenin keşfedildiği bölgede yaşamış olan Roma öncesi bir kabile olan Dauni ile, bu kimyasalın yakut renginin Fransızca karşılığı olan rubis sözcüğünün birleştirilmesi ile türetilmiştir (Kaynak Vikipedi)”.
Bu kitabi bilgiden çıkan şudur, ilaç bakteriden elde edilmiştir, bu 1950’de olmuştur (çünkü kanser hastalığında artış ve kemoterapideki arayış 1950’lerde başlar), ama adı doğrudur, ilaç hastalar tarafından da “kırmızı ilaç” olarak bilinir. Buna karşılık bakteriden elde edilen bu bileşiğin “tek etki mekanizmasının” DNA içine enterkalasyon (her ne ise) yapması olduğunu iddia etmek mümkün değildir. DNA 1950’lerde yapısal ve işlevsel olarak tanımlanmış ve hücrenin beyni” yakıştırmasını almış “mistik” bir molekül olduğundan, o zamanlarda bulunan ilaçların varsayılan / öncelikle bakılan etki mekanizmaları da hep DNA odaklı olmuştur. DNA üzerine etki ettiği bilinin en az on kemoterapi ilacı vardır, ama kalpte pompalama gücünün azalması şeklindeki yan etki özellikle Adriamisin için geçerlidir, yani aslında başka bir etki-yan etki mekanizması olmak zorundadır.
Dolayısıyla bilimsel irdelemede işlevin araştırılması (1) ne kadar uç örnekle (mesela hayvan ve bitki) aradaki işlem benzerliklerine yönlenirse, ortaya çıkan açıklama o kadar geçerli olacaktır. (2) Kabul edilmiş işlev, etki mekanizması vb. gibi “yakıştırma” kavramlar her zaman değişime açıktır, yeni bilgilerin eklenmesi, başka başka olasılıkları ortaya çıkarır.