Bilimde “modellemenin” ciddi bir sorun olduğunda daha önce de söz etmiştik. İnsan içine doğduğu sistemi idrak etmekte (anlamanın biraz daha ötesi) zorlanır, dolayısıyla bir takım benzerlikler bularak karşılaştığı durumları açıklamaya çalışır. Ne var ki karşılaşılan durum benzersizse açıklama için gönderme yapabileceği bir kavram da olmayacaktır. Örneğin kalp, beyin gibi organlar benzersizdir, dolayısıyla açıklanmaları da mümkün görünmemektedir. Sizin bu tür organları dış görünüşleri açısından (anatomi) ya da mikroskopik özellikleri açısından (histoloji) incelemeniz maalesef bir sonuç vermez. Sindirim sistemi ise daha kolay anlaşılabilir görünmektedir, zira kalp ya da beyin taşımayan canlılarda da vardır, dolaysıyla konumlandırması bir nebze daha kolaydır. Benzeri olmayan organlar içinse doğrudan insanın geliştirdiği örnekler model olarak kabul edilir, kalbin pompaya, beynin bilgisayara dönüşmesinin nedeni budur.
Organın incelenmesi ve anlaşılmasındaki ana sorunlardan biri de işlevlerin ayrıştırılamamasıdır. Mesela kalp atım yaparak kanı pompalar, ama atımın nabız olarak adlandırdığımız fiziksel yayılımının (halı silkmek gibi bir durum, silkme dalgası uca dek erişir) ya da EKG ile ölçtüğümüz elektrik deşarjının vücutta başka etkilere neden olup olmadığı anlaşılmaz. Bu durum hafızayı tuttuğu kabul edilen beyin için de söz konusudur. Beyin hatıraları belli bir bölgede mi toplar, yoksa günümüzde “bulut” (cloud) olarak adlandırılan tümünün etkin olması gibi bir durum mu söz konusudur, bu da bilinmez. Bir diğer olasılık olan hafızanın beyin omurilik sıvısında saklanabileceği düşüncesi ise ütopik gelir, ama kristallerin bilgi saklama özellikleri dikkate alındığında aslında çok da mantıksız değildir. Nitekim beyin omurilik sıvısının düzenli akışı bozulursa hafıza gider.
By-pass ameliyatları huyu değiştirebilir
Dikkat ediniz, örneklediğimiz kalp ya da beyin aslında binlerce yıldır bilinmektedir. Anatomilerine dair her şey açıktır. Buna karşılık son birkaç yüzyıl da dahil duygu, vicdan gibi kavramlar kalbe, akıl gibi kavramlar ise beyne atfedilmeye devam eder. Dolayısıyla organın biliniyor olması kabullenmenin değişmesine neden olmaz. Üstelik kalp nakillerinde nakledilen kişinin kalbi veren kişinin huyunu aldığı gibi örnekler de nadir değildir. By-pass ameliyatları dolaşımın dışarından sürdürülmesiyle yapılır, kalp geçici olarak durdurulur. Bunun sık rastlanan sonuçlarından biri de huy değişiklikleridir ve nedeni bilinmez. Bir erkek hastadan aktarılan, by-pass sonrası “kılığına kıyafetine aşırı düşkün olduğu” saptaması bu nedenle karşılık bulamaz.
Beyin vücudun üzerine yerleşmiş ayrı bir sistem gibi görünmektedir
Tıp bilimi görüneni çok fazla mekanik mantığa indirgerken, organ, sistem gibi kavramlar yaratır. Sağlıklı işleyen bir bedende sistemler birbirinden kopuk çalışmadıkları gibi, örneğin sindirim sisteminde saptanmış maddelerin neredeyse bütünü beyinde de bir şekilde işlev görür, en azından vardır. Dolayısıyla 1500’lerde gelişmeye başlayan sistemler mantığı aslında çok da doğru görünmemektedir, olsa olsa bir şeylerin öğrenilmesini kolaylaştırır. İnsan vücudu için ileri sürülebilecek geçerli sistematik bir sindirim tüpü olduğu, gövde denen kas-iskelet sisteminin bunun üzerine kapandığı, beynin ise sinir uzantıları sayesinde bunu işgal ettiği, kullandığıdır. Nitekim solunumun, dolaşım ya da boşaltım bile bir tarafa sınıflanamaz, daha çok bitkiler gibi bütünün parçası olarak işlev gösterir, ama ne oldukları bilinmez.
Tıp ne kadar tantana yapsa da, insanın ne olduğunu anlamış olduğunu iddia etmek mümkün görünmemektedir. Tek çıkar yol doğadaki diğer örneklerin (örneğin “köklenme mantığı” insanda karşılığı olup olmadığını anlamaktır. Antik Çağ’ın “dört element” yaklaşımı bile açıklamada hala daha makul görünmektedir.