Neden sonuç ilişkisini kurmadaki kısıtlılık elbette günlük olayların ve tarihin değerlendirilmesi için de geçerlidir. Olay gerçekleştiğinde elinizde basit, somut, çıplak bir durum vardır. Mesela biri birini ısırmıştır, yani dişleriyle karşısındakinin bir tarafını güçlü bir biçimde sıkıştırmıştır. Biz dış gözlemci olarak sadece bu olayın varlığını görürüz, eylem aslında açıktır, kabul edilmesi mümkün değildir. Ama eylemin açıklamasına geldiğinde bizim her halükarda kınadığımız durum taraflar açısından keskin sınırlarını yitirir. Bu olay gelişimi açısından bir gerekçe ister:
- Isırılan durumdan şaşkındır, ısırmak erişkinlerin sık başvurdukları bir şiddet eylemi değildir. Muhtemelen canı yanmıştır, ama ısırmanın kendini doğrudan mı hedef aldığını, yoksa arka planda yatan başka dürtülerin mi sonucu olduğunu algılayamaz.
- Isıran fiziksel şiddetin diğer yolları yerine neden ısırdığını da açıklayamaz. Yer mi yetmemiştir, konum mu uygun değildir, elleri, ayakları, dirsekleri, kafası vb. olmasına rağmen, yani şiddet eylemi en az beş-altı biçimde gerçekleşebilecekken neden ısırmıştır?
- Şiddet eylemini hazırlayan arka plan nedir? Sorun tartışarak çözülebileceği yerde, bilakis şiddete dönüşmüş, bizim alışık olduğumuz “geleneksel” şiddet yerine ısırmakla vuku bulmuştur.
- Şiddet eylemi münferit bir durumun mu sonucudur, yoksa kitle şiddetinin bir parçası olarak mı gerçekleşmiştir? Kişiyi ısırmaya sürükleyen psikolojinin diğer bireylerde hakaret etmek, küfretmek, tükürmek, saç çekmek, ip-ilmek fırlatmak gibi başka biçimleri de gözlemlenmiş midir?
Sosyal olayın gerçekleşme yeri açıklamayı daha da zorlaştırır
Yukarıda anlatmak istediğimiz örnek, aynen biyolojideki eylem-sonuç arasında kalan boşluğu doldurmak konusundaki yetersizliğin sosyolojik olaylarda da ortaya çıktığını göstermek amacıyla verilmiştir; değil ortalama, detaylı bilgiyle bile gerçek durumun açıklaması mümkün görünmemektedir. Üstelik bu tablo grup psikolojisinin yaşanma olasılığının nispeten yüksek olduğu mahalle arasında, sokakta ya da maçta da yaşanmamıştır, bu tablo Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleşmiştir. Kimin kimi ısırdığı önemli değildir, ama durumun farkında olan, hala haber bülteni izleyen vatandaşları biraz güldürse de, aslında “kendilerini temsil ettiği kabul edilen seçilmişlerin birbirlerini ısırdıkları” çerçevesinde düşünüldüğünde düşündürücüdür.
Sosyal olaya biyolojik bir örnekle açıklama
Konuya bir açıklama oluşturması açsından biyolojik gözlem olarak kabul edilebilecek deneyimi aktarayım. Kediler evden hiç çıkmasa da, ilkbahar aylarında pire basması olayı seyrek değildir. Ben pirelerin varlığını kedilerin kaşınmasından çok, yerlerde saçılı duran naylon poşetlerdeki “çıt çıt” zıplama seslerinden algılarım. Bu durumun kontrol altına alınmasının zararsız ve kesin tek yöntemi yerlerde birikmiş kağıt öbeklerinin kaldırılarak halının süpürülmesidir, pireler geldikleri gibi kaybolur. Aslında pireler doğal koşullarında insana saldırmazlar. Gözlem de buna ilişkindir; işin sinir bozucu aşamaya geldiği bir akşam mevzi ilaçlama düşüncesi bile pirelerin gerçekten ciddi hücumu ve canhıraş ısırmalarıyla sonuçlanmıştır. Bundan benim çıkardığım ders “azığı kesilen pireler ısırır” şeklindedir. Yani düzenleri bozulan pirelerde de sosyal çalkalanma olur ve topluca karşı hücuma geçerler. Üstelik eylemin kaynağının anında ve doğru saptanması son derece şaşırtıcıdır.
Bu durum bitki dahil bütün canlıların yaşam hakkına mutlak saygı ile sonuçlanmıştır. Sivrisineklerin de, eğer eve girerlerse, karınlarını doyurup çekilmelerini beklerim.