Müzik, iletişim, uygarlık gibi kavramların aslında toplumsal yapıyla önemli ilişkisi bulunur. Buna karşılık toplumsal yapının ne olduğu açık değildir, toplumu oluşturan bireylerin, hatta canlıların birbirleriyle sürdürdükleri ilişkileri olarak tanımlamak çok hatalı olmayacaktır. Ekonomik durum (fakir ya da zengin), yetiştirilme biçimi (liberal ya da muhafazakar), eğitim durumu ve buna bağlı konum bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini etkiler. Buna karşılık birey bu özelliklerden herhangi birine fazlasıyla sahip olsa bile (örneğin akademik titr), kendini yine de toplumsal düzene doğrudan konumlandıramaz. Bu nedenle toplum içinde konumlanma daha çok bu özellikler zemininde biriktirilmiş saygınlık ve oluşturulmuş güvene dayanır. Birey aileden zengin, muhafazakar ya da bünyesi gereği entelektüel olabilir, toplumun onu nasıl algıladığı, bu özelliklerini nasıl yansıttığına bağlıdır. Dolayısıyla toplumsal yapı da zaman değişkeni içinde bir yere oturur, sürdürülebilirlik ilişkilerin uçlaşmamasına bağlıdır. Muhafazakar ortam, taşkınlıkları olan birini “iyi bir insan olması” durumunda kolaylıkla kabullenir, içinde barındırır. Bu sürdürülebilir durum toplumsal yapının sağlam kalmasını sağlar, farklı etnik kimlikler birbirinin bayramını kutlar, inançlarına, ibadetlerine saygı duyar, hatta paylaşılabilecek olanları da paylaşır (aşurenin, helvanın konu komşuya ikramı).
“Lebensraum” sadece malumun ilanıdır
Bu toplumsal yapı da bütününde muhafazakardır, durumu koruma eğilimindedir. Dolayısıyla o toplumun yaşadığı yer ya da koşullar için dışarıdan birinin beklentisi varsa nüfuz etme şansı düşüktür. Bunu doğrudan “yeni yaşam alanı açmak” (Lebensraum, İkinci Dünya Savaşı’nın Polonya’nın işgaliye sonuçlanan başlangıç sloganı) olarak algılamayın, ticari nüfuz da aynı yolu izlemek zorundadır. Bir ürün o topluma tamamen yabancıysa, ama siz yerleştirilip satılabileceğine dair umut görüyorsanız, ürünün ya da değişikliğin o topluluğa benimsetilmesi kolay değildir. Bu aşamada serbest piyasanın gizli eli genellikle yeterli olmaz, topluluğun kararlı ve sürdürülebilir dinamiğinin değiştirilmesi gerekir.
Bunu genellikle “yeni ilaç ekim” çalışmalarında görürüz (seeding; tohum saçma). Yeni ürün “karşılanmamış beklentilere çözüm” sloganıyla uygulamaya sunulur. Uygulama için fikir öncüsü denebilecek, klinik şefi vb. doktorlar seçilir. Tanıtım bunlarla kısıtlı tutulur, ama “sunulan bu ayrıcalık” için ek toplantılarla diğerleri de “imrendirilir”. Eğer rakip varsa iş daha kolaydır, rekabet ekim işini kolaylaştırır. Son noktada ilacın gerçekten işe yarayıp yaramaması sorun değildir, yeni seçenek çoktan benimsetilmiştir (reçete yazma alışkanlığı), önemli olan doktor camiasının muhafazakar yapısının, yani “bildiği ilaçtan şaşmama” prensibinin kırılmasıdır.
Universe 25 Deneyi ve sonuçları (lütfen linkten okuyun)
Lakin hedefiniz toplumun “mevcut durumu koruyucu” yapısını parçalanmaksa o zaman iş bu kadar kolay değildir. Toplumsal yapı dış dinamiklerden kolay etkilenmez, dalgalanma gösterse bile denge ve durağanlık kazanma eğilimindedir. Ama göründüğü kadarıyla bunun da bertaraf edilmesi olasıdır. Bu noktada “Universe 25” Deneyi hiç de yabana atılmayacak projeksiyonlar sunar (deneyin Sibel Çağlar tarafından kaleme alınmış açıklamasını http://www.matematiksel.org/bir-toplum-nasil-yok-olabilir-universe-25-deneyi/ sayfasından okuyabilirsiniz). Deney nüfus artışının fare popülasyonun sosyal yapısına etkisini inceler. Kısaca anlatalım; “yaklaşık 2.5 metreye 2.5 metre tabanı ve 90cm duvar yüksekliği olan bir kapalı kutu düzenekte, her duvarda zeminden 50 cm yüksekliğe kadar dikine çıkan, duvara yapışık 16 tane tünel ve her tünelde 4 adet oda, toplam 256 oda kurulur. Isı kontrollü ve sürekli gıda eklenen bu ortama sağlıklı 4 dişi 4 erkek fare bırakılır ve gözlemlenir”. Deneyin detayını lütfen iliştirilmiş linkten okuyun, nüfus hızla artar, ama sosyal düzen bozulur, sonunda fare toplumunun hepsi ölür. Sorun bunun nasıl açıklanacağındadır.