Algı günlük yaşamda sık kullandığımız, insanların beklenmeyen tepkilerini açıklamada başvurduğumuz, ama gelin görün ki pek de anlaşılamamış kavramlardan biridir. Algıdan bizim algıladığımız, insanlarda oluşan yüzeysel kanaattir. Bu kanaat (fikir), konunun detaylı irdelemesi yapılmaksızın “sevdim / sevmedim”, “beğendim / beğenmedim” ya da “evet / hayır” gibi iki kutuplu biçimlenir. Kanaatte göründüğü kadarıyla üçüncü bir kutup bulunmaz, dahası “kanaat” nedensellik gerektirmeyen bir ifadedir. Kişi bunun arkasında yatan gerekçeleri kendiyle tartışmaya başladığı zaman algı tam aksi yönde de değişebilir, ilk kanaat geçerliliğini yitirip, diğer tarafa dönebilir, “kandırılmışız” şeklinde çocuksuluğunun arkasına sığınan mazeret beyan eder (“kanmışız” değil, “kandırılmışız”).
Algı ve ortaya çıkardığı kanaat (ilk izlenim) bilgiye dayalı değerlendirmeden geçerse ve deneyimle de birleştirilirse aslında idrak edilmiş olur. Bu durumda kanaat ortadan kalkar, yerini bilinçli bir karara bırakır. Ne var ki bunun yapılması zordur, günlük yaşamımızda çoğumuz eylemlerimizi algının oluşturduğu kanaatler düzeyinde sürdürürüz. Üstelik algının ortaya çıkardığı kanaat bulaşıcıdır, yani günlük yüzeysel sohbetlerde aktarılan kanaat, mesela “bir mekanın iyi olarak algılanması”, “bir yiyeceğin bir şeye iyi gelmesi” vb. çok ciddi bulaşıcılık gösterir. İnsanlar yapıları gereği kendi kanaatini benimsetmeye (empoze etme) eğilimlidir, “bir konuda yüzeysel de olsa fikir sahibi olunması hiç olmamasından daha makbuldür”. Dolayısıyla gündemde olan bir konuda, zaman sürecinde, toplumsal kanaat ortaya çıkar ki, bu da toplumsal algı olarak adlandırılır.
Kanaat bulaşıcıdır, zaman faktörü bunu güçlendirir
Toplumsal algının, bilgiye dayalı değerlendirmelerle bir alakası yoktur, tutunduğu zemin zayıf olsa da konuyu kapsayan bir kanaat birliği oluşmuştur, yine aynı iki kutupluluk özelliğini gösterir. Bu kanaat birliği içine dalma fırsatınız olursa değişebilir, ancak değişim tahmin edilenden zor bir süreçtir. Zira kanaat bulaşıcı olduğundan siz bir yerinde gedik açsanız da, komşu düşünceler tarafından yüzey yeniden örtülür. Elinizi yüzeyi köpüklü bir tas suya daldırdığınızı varsayın (köpük burada kanaati temsil etmektedir), kolaylıkla içeri geçersiniz, ama elinizi çektiğinizde köpük yüzeyi aynı kolaylıkla kaplayıp örter, hatta eliniz de sudan bir miktar köpüklenip çıkar, yani kanaat size de bulaşabilir.
Toplumun büyük çoğunluğu kanaatin değiştirilmesine yönelik girişimleri “algı operasyonu” olarak adlandırır; “birileri düşüncelerimizle oynayıp bizi bir seçime yönlendirmeye çalışmaktadır”. Oysa algı operasyonları köpüklü suya atılan çakıl taşları gibidir, hafif çalkantılar dışında bir etki yaratmazlar. Dahası geçmişte kalmış olaylar ve kişilikler konusunda da algı değişikliği yaratılamaz, çünkü algı güncele aittir. Örneğin herkesin bildiği bir destan, mit ya da masal sonradan değiştirilemez, karakterler ve kahramanlar bellidir. Tam da bu nedenle en çok da masallar algının yaratılması ya da sürdürülmesinde olağanüstü verimli alan sunar.
Kanaat bilimi de şekillendirir
Bu yazdıklarımızın 16 Haziran Referandumu sonuçlarıyla bir alakası yok, ama referandumlar da aynı algı dinamiğine dayanır. Ortada olumlu ya da olumsuz, ama illa ki iki kutuplu bir konu vardır. “Evet” olumludur, “Hayır” olumsuzdur, insanlar olumlu olanı sever. “Beyaz” temizdir, “kahverengi” başka bir şeyi çağrıştırır (aslında reddin ifadesi kırmızıdır, ama bu durumda da olasılıkla mühürler tam ortaya vurulacaktır). Kendini ifade etmek isteyen biri bunu ister istemez beyazın üzerinde daha güçlü (kontrastlı) hisseder. Zaman zemininde oluşmuş kanaat zaten güçlüdür, kanaat bildirme işlemlerinin çoğu zaten bilgi zemininde yapılmaz, kanaat ve inat da yakın akrabadır, vs. vs. vs…
Bizim konuyu bağlamak istediğimiz esas nokta ise, “algı / kanaat” gibi yüzeysel köpük güçlerinin tıp da dahil bilimleri de şekillendirebileceğidir.