İnsanın içine doğduğu sistemi anlamasındaki zorluklardan zaman zaman söz ediyoruz, ama insanın içinde olduğu durumu anlaması ve müdahale etmesi konusunda da bir sorun olduğu açık. Bu saptamanın özeti “olaylar olur, biz bazen gözlemleyebiliriz, ama genellikle etkimiz olmaz” biçimindedir. Günümüzde bu olaylara daha çok medya ve sosyal medya üzerinden tanık oluyoruz, kendi görüşümüzü paylaşıyoruz, ama olay olmaya devam ediyor. Bu ister istemez bizim gözlemci kalmamız dışında etkimizin olamadığı çıkarımıyla sonuçlanıyor. Yaşam da aynen piyasa dinamikleri gibi, kendiliğinden gerçekleşmekten çok piyasanın gizli eli tarafından yönlendiriliyor. Geriye kalanlar gözlemledikleri mevcut duruma kendi olanakları dahilinde katılmaya çalışıyor, katılabiliyor, ama dinamiğin sonucuna dair etkileri fazlasıyla tartışmalı.
Geçtiğimiz aylarda arkadaşlarımızın bir ihtiyacı üzerine özel üniversitelerin eğitim alanını gözlemleme şansımız oldu. Herkes farkında, sayıları yüzleri bulan özel üniversitelerimiz var. Bu üniversitelerin çoğu ana alanlardan çok yeni oluşturulmuş alanlarda da eğitim verip öğrenci yetiştiriyor, daha doğrusu yetiştirmeye çalışıyor. Diploma almak amacında olan ya da bunu ister istemez bir zorunluluk olarak gören genç nüfusun fazlalığı bir yerde özel üniversitelerin de kuruluş dinamiğini başlatıyor. Eğitimi verilen bölümler içinde hemşire yardımcılığı gibi tanımlanması kolay olmayan alanlar olduğu gibi, aslında kısa süreli yoğun eğitimle kazanılabilecek özellikleri meslek başlığı altında sunan tanımlanmamış alanlar da var. Bu eğitimlerin büyük bir kısmı derslik ve dersi anlatacak biri tarafından yürütülecek şekilde planlanmış, yani özel donanım gerektirmiyor. Ancak mesele “iş becerisine” gelince durum karışıyor, zira uygulamanın zorunlu olduğu (mesela kan almak) alanlar da var. Bu eğitimlerin yıllık bedeli en az 10 bin liradan başlıyor, ortalamada 20 bin lira düzeyinde seyrediyor. Puanı yeten ve imkanları olan da “üniversite mezunu olmak” adına kaydını yaptırıyor.
Özel üniversitede eğitim vermenin sorunları
İşte açmazlar da bundan sonra ortaya çıkıyor, lakin tahmin edilenden daha girift bir sorun yumağı. (1) Öğrenci var, derslik var, ama dersi anlatacak kişi sayısı çok kısıtlı, bu ister istemez mevcut sistemini kurmuş üniversitelerden öğretim elemanı transfer edilerek ya da anlaşmalara gidilerek karşılanıyor. (2) Teorik anlatım yeterli, ama uygulama olanağı yok, bu açık simülatör, kan alma maketi vb. ile karşılanıp alandaki durumun ne olduğunun görülmesi bir aylık yaz stajına bırakılıyor. (3) Ücretini ödeyerek gelmiş öğrenciler kendinden emin, büyük bir kısmının aslında bu mesleğe ya da iş alanına ihtiyacı yok, okul da bir zamanı dolduran meşgaleye dönüşüyor. Derse sadece bu işten beklentisi olan bir avuç katılıyor, diğerleri kendi dünyalarında, hedef eğitim süresini tamamlayarak diploma üzerinden üniversite mezunu olduğunun kanıtlanması. Çoğunluğun sorunu ilkbahar şenliğinin düzenlenmiyor olması. (4) Ders verenler bu döngünün elbette farkında, özel koşullarda ücretli yapılan bir iş, çıtayı makul bir yere koymak başarısız olan sayısını artıracağından, hiç riske girilmiyor, çıta daha da aşağı çekiliyor.
İkinci, hatta üçüncü üniversiteyi okuyanlar
Yukarıda saydıklarımız işin eğitime dair teknik yönü, oysa esas sorun gençlerin dünya algıları, ortalama kültürleri ve gelecek beklentilerinde ortaya çıkıyor. Erişkinlerin “gençlik okumuyor, ah bizim zamanımızda böyle miydi” eleştirileri her daim vardır, mevcut gençliğin okumak şöyle dursun herhangi bir konuda bilgisi ya da fikri zaten yok. Eğitim çıtasının alçaltılması bir yerde bunun için gerekli, ama çıta alçaltıldıkça seviyeyi ister istemez daha da düşürmek gerekiyor. Çünkü bilgi eksikliğinin sorun oluşturmayacağı kanaati hakim olduğunda, kullanılan kelime sayısı bile ister istemez kısıtlanıyor. Bu koşullardan mezun olanların iş beklentilerinin karşılanması meselesi ise tamamen muamma. Eğitimi ve donanımı nispeten iyi gıda mühendisliği, beslenme diyetetik gibi bölümleri ele alalım, her yıl yüzlerce yeni mezun veriliyor, halbuki çalışabilecekleri iş alanı zaten mevcut değil. Dolayısıyla öğrencilerin önemli bir kısmı iş olasılığı daha yüksek ikinci, hatta üçüncü üniversitelerini bitirmeye çalışıyor. Devlet kadro açmıyor, özel işyeri kurulması olasılığı neredeyse yok, peki işsizlik sorunu nasıl çözülecek?
Dolayısıyla mesele başlangıç paragrafına geliyor, olaylar oluyor, biz gözlemliyor ve kavrıyoruz, lakin müdahil olmak mümkün değil. Durum kendi dinamiğinde şekilleniyor.