Mühendislik kendi geliştirdiklerinden aynı mantığı kullanarak giderek daha iyilerini yapar. Cep telefonları herkesin bildiği en iyi örneklerden biridir. İlk modeller sadece konuşmayı ve mesajlaşmayı sağlayan, ama işlemci kapasitesi sınırlı başlangıçlardır. Bu sırada bilgisayarlar da benzer aşamayı sürdürür, yani bugün artık kullanımı olanaksız olan disket sürücülü 80286 mikro-işlemcili modellerin hafızları ortalama 50 megabaytlarla başlar. Bu hard-disk kapasitesi günümüzde çoğu dosyayı bile alamaz. Derken yeni telefon modelleri çıktığında başlangıçta 40 isimle kısıtlı telefon hafızaları yüzlere erişirken, bilgisayarlar da daha yüksek hızlı işlemcilerle donanır. Gelişme ne kadar hızlı ve gözümüzün önünde gerçekleşse de, kavranamaz, dokunmatik ekranların geliştirilmesi tuş sistemlerini ortadan kaldırır. Bu telefon modelleri daha karmaşık, ama tuş sisteminin mekaniğini içermediğinden daha kolay üretilebilir sistemlerdir. Benzer durum hızla bilgisayarları da kapsamaya başladığında ister istemez bir sonraki aşama telefon ve bilgisayarın birleşmesi olacaktır. Bu günümüzün akıllı telefon denen modellerini doğurur, artı istediğiniz yerden istediğiniz bilgilere erişebilir, bambaşka karmaşık işlemleri yapabilirsiniz.
Aslında tıp da parçalı bir gelişme gösterir
Yaklaşık 20 yılda gerçekleşen bu değişim tıpta yaşanmamış görünmektedir, ama öyle olmadığı açıktır. Tıp da aslında diğer alanların dışında değildir, bulunması gerekenlerden fazlasına sahiptir, ama yorumda zorlanır. Zira mühendis düşüncesi bulduklarını, geliştirdiklerini birbirine entegre ederken, tıp parçalama eğilimdedir. Her bir alan diğerinden daha keskin sınırlarla ayrılmaya başladığında, artık bütünü okuyabilen sayısı ciddi anlamda azalır. Oysa her alan kendi içinde olağanüstü dinamiğini sürdürür.
“Geleceğin yeni alanları bugünün aynı alanlarına farklı bir yorum getirmeyi başarabilen seçenek görüşlerden ortaya çıkacaktır” dememizin nedeni budur. Alanlar kendi içinde gelişirken, bunu çevrimsel olarak yorumlayıp aktarabilenler yeni düşünceyi ortaya çıkarır. Olaylar gözümüzün önünde gerçekleşse de, algılamak ayrı, anlamına varmak ayrı, idrak etmek ise bambaşka aşamalardır. Ortaya çıkan alanlar kendi içinde kapalı kalır, “başka” açıklamalar olabileceğini kabullenmek istemez. Herkesin dünyasının tek açıklaması, tek dogması mevcuttur. Bu merkezi dogmaya müdahale eden görüşler tartışılmadan reddedilir. Tıbbın yerinde kalır görünmesinin nedeni budur.
Tesla’nın düşüncesi
Bu durumun bizim coğrafyamıza ait bir yönü daha vardır, o da Batı bilimini mutlak gerçeklik olarak kabul etmektir. Pek çok yeni sav irdelenip mantık zemininde değil, “ama böyle demiyorlar” şeklinde reddedilir, böylelikle dogma korunmaya çalışılır. Bu bilimsel bağnazlıktır; kendi aklı, başkasının emanet aklıyla yer değiştirmiştir. Bu durumda ne yapılabilir, o zaman konu emanet aklın membaına anlatılmaya çalışılır. Doğu coğrafyasında filizlenip de düşüncesini kabul ettiremeyenlerin Batı’ya gitmelerinin nedeni budur. Biz buna “beyin göçü” desek de aslında göç eden beyin değildir, beyin hep aynı yerdedir, sadece onu dinleyebilecek insanlara erişir.
Batı / ABD bizim bağnazlığımızın kökü değildir, bilakis bu tür aykırı düşünebilenleri ister. Nitekim Nikola Tesla Amerika’ya ilk gittiği yıllarda oranın kültürsüzlüğünden dem vurur. Oysa zaman geçince, düşüncelerine ancak orada karşılık bulabildiğini anlar, evet orası Avrupa’ya göre daha kültürsüzdür, ama yeni düşüncelere de bir o kadar açıktır.
Nihayetinde Tesla daha o günden bu günü kurar.