Televizyon yaşamımıza 1970’lerde girer, TRT tekelinin kırılması 1980’lerin ikinci yarısında gerçekleşirken, günümüzde ise artık izlenemeyecek kadar çok kanal sayısına erişir. Televizyonculuk aslında pahalı bir iştir. Kaliteli işler ya yapanın kalitesine bağlıdır, ya seyircinin ekran başından ayrılmaması için daha bilindik yüzler gerektirir ya da yapımdaki atraksiyon artırılır. Ne var ki yeryüzünde yazılmış senaryolar aşağı yukarı tüketilmiş olduğundan yeni ve başarılı senaryo oluşturmak o kadar kolay değildir. Sonuçta özel televizyon kanalları için artan maliyetleri karşılamanın sadece iki yolu kalır. Kanal ya sadece yayıncılığa odaklanarak seyirciyi tutar, bağımsız duruşunu sürdürür, bunun karşılığını reklamla görür.
Televizyon kanalları maliyet sorununu nasıl aşar?
İkinci yöntem ise daha işlevseldir, kabul görmüş televizyon kanalları dara düştüklerinde sermaye tarafından satın alınarak amaçlarından saptırılır. Aslında televizyon eğitim amacıyla kullanılırsa toplumsal kültürün artırılmasında çok başarılı sonuçlar elde edilebilir. Eğlence amacıyla kullanım artarsa bu kez seyircinin beklentisi de azalacaktır. Sonuçta kendi kendini kısıtlayan bir kısır döngü söz konusudur. Aradan iki kuşak geçtiğinde artık mevcudu hatırlayan olmadığı gibi, beklentinin de zeminine erişilir. Televizyon kanallarının sermayenin kontrolünde olması doğrudan değilse de dolaylı taraftan kazançlıdır. Birden çok iş alanında hakim olan sermaye ister istemez siyasi yönetimle iş yapmak zorundadır. Televizyon bu durumda doğrudan kar getirmez, sermaye sahibi patronun diğer iş alanları için pazarlık payı oluşturur. Bugün alandan çekilmiş olan pek çok medya sahibinin esas gelir kaynakları enerjiden inşaata kadar diğer iş kollarıdır.
Günümüzde ise reyting alarak reklam alanında da başarılı olmayı bilen sayılı birkaçı dışında televizyonculuk kazançlı bir alan olmaktan çıkar. Bu durum sosyolojik inceleme konusudur. Seyirci psikolojisi aslında değişmez, arena mantığı hakimdir. Sokakta nasıl kazı yapan devasa makinalar durup izlenir, kavga edenler seyredilirse, ekranda da ancak kaliteli ve seviyeli tartışmalar izleyici bulur. Ne var ki bu tür yapımlarda konu ucundan illaki siyasi yönetime değer. Kanal taraf olduğunda bu konulara girmekten vazgeçer, dolayısıyla izleyiciyi de kaybeder.
İnternet yayıncılığına geçiş dönemi
Ama son on yılda hakim olan ve etki alanını daha da kuvvetlendirecek bir diğer mecra artık çekim merkezini oluşturur, bu da internet üzerinden olan yayınlardır. İnternet yayıncılığının televizyon kanallarına karşı çok belirgin üstünlükleri vardır. Birincisi istenen şey istendiği anda izlenebilir, yayın saatini beklemek zorunluluğu yoktur. Üstelik televizyon kanallarında reklama girebilecek olan içecekten kıyafete pek çok ürün için internet yayıncılığında bir kısıtlama da yoktur. Ve elbette ekran artık herkesin cebindedir. Veri aktarım hızının artmasıyla birlikte yayınların cep telefonundan izlenmesi imkanı doğmuştur. Bunlar ana akım televizyonları tehdit eden ve giderek daralmalarına neden olan ana unsurlardır.
İnternet üzerinden olan yayınların bir diğer çekici özelliği ise reklam sektörünü ilgilendiren interaktif uygulamalardır. Bu uygulama internet ortamında zaten mevcuttur. Örneğin benim telefonumdan yaptığım Google aramaları, hastanedeki bilgisayarın ekranındaki reklamları değiştirebilmektedir. Akıllı telefon nasıl konumu algılayabiliyorsa, aramalar da ekrandaki reklamları değiştirebilmektedir. Dolayısıyla sistem artık kapanmaktadır; Biri Bizi Gözetliyor evi gerçek olmuştur, mesele bunun nereye varacağını öngörebilmektir.