Bilgi her zaman hafızada tutulamayacağı için bunun saklanmasının önemi açıktır, en geçerli yöntemlerden biri bilginin basılı hale getirilmesidir; gazeteler, dergiler ve kitaplar bu gereksinimi karşılar. Çok değil, bundan sadece birkaç yüz yıl önce bilgi sadece birilerinin (genel adıyla akademi) yanında bulunarak edinilebilirken, basılı ürünlerin zenginleşmesi onu kütüphanelere taşıdı, isteyen istediği kitabı alarak bilgiye erişebilir hale geldi. Ne var ki bilgi üretimi aşırı artınca, teknoloji bilgiyi elektronik ortama taşıdı (Wikipedia bunun kısmen popüler ve gönüllü biçimidir). Ancak kolay bilgi, araştırma ve öğrenme isteğini olumsuz etkiledi. Artık herhangi bir araştırmanız için eşinmek zorunda kalmıyoruz. Lise yıllarında coğrafya ödevim olan Van ili için kütüphaneden il raporlarını araştırmak zorunda kalmıştım, bugün sokak haritalarını bile bilgisayardan elde edebilirim.
Bu kez verinin tasnifi önem kazandı, elektronik veri tabanlarına “hangi bilgileri girilmesi gerektiği” ayrı sorunlar oluşturmaya başladı. Zira elektronik hafızadan “kopyala-yapıştır” ile daha çok üretim yapmaya başladık. Ama işin öbür cephesinde mesela telefon numarası ezberlememiz gerekmez hale geldi (kendi numarasını bilmeyenin sayısı hala artmakta). Zaman içinde “konum öğrenme, kelime haznesi genişliği” gibi kültürün ana bileşenleri de zaaf içine düştü. Günümüzde başlayan yapay zeka ise sizin adınıza düşünen makinelerin yapılmasına olanak sağlıyor, esas bilgiyi okuyup irdeleme zaafı derinleşiyor.
Veri tabanlarının “kendini tekrar etme” açmazı
Veri tabanlarının bilimsel zenginliğe etkisi ucu sivri ama her iki yanı giderek körleşen bir bıçak gibidir. O veri tabanlarına yayın yazmak zordur, veri tabanları kaynak olarak kendi içeriklerini zorunlu kıldığından kurdukları örümcek ağı birleştirici değil, eklenmeler şeklindedir. Bu uç uca uzayan bilgi örgüsünün bilime katkısı kısıtlıdır, iyi yanıysa mevcut verinin işlenmesini kolaylaştırır (IT denen kavram). Geçen yazıda söz ettiğimiz “algı kayması faktörü” bizim yarattığımız bir kurgudur. Ana veri tabanı Pubmed, Amerikan Kongre Kitaplığı’na alınmaya “layık görülen” her türlü veriyi kapsar. Bu sistemde arama motoruna iki ayrı kelimeyi yan yana yazıp tarattığınızda, envanterde ilişkili “kabul edilmiş” makalelerin hepsini bulup vermekle kalmaz, yıllara göre tasnif de eder. Dolayısıyla IT yönteminde bir açıklama / düşünüş biçiminin kaç defa tezahür ettiğini, ne zaman ağırlık kazandığını da (yani bilimsel sosyoloji) ölçümleyebilirsiniz.
Sözü geçen taramada kanserde kullanılan ana tedavi yöntemleri radyoterapi ve kemoterapinin, DNA “ya da” bağ dokusuyla kaç makalede “birlikte anıldığı” tarandı. Sonuç çok çok (bazı taramalarda yüzlerce kat) ağırlıklı olarak elbette DNA üzerine kümelendi. Bu sonuç açıklamadaki algının DNA üzerine bindiğini, ama kollajen gibi ana yapısal molekülün neredeyse hiç hesaba katılmadığını göstermekteydi (Olası açıklama DNA’nın yeni bulunan mistik molekül olması, kolay araştırılabilmesi, bağ dokusunun ise insan gözlem aralığının dışında kalacak kadar yavaş değişmesi ve zor ölçülmesidir.) Böylelikle, hayatımda ilk kez Amerikan Kanser Cemiyeti’nin yıllık kongresine bildiri yolladım, ikisi de reddedildi. Sorun mu? Elbette değil, 6200 sunum özetinin içinde yer bulmasını beklemek fazla iyimserlik olurdu, beri yandan bereketli bir mecranın kapısının önünde olduğumuzu da anlattı.
Veri tabanlarının farklı amaçlarla kullanımı
Dolayısıyla konuların algılanış biçimi, hafızanın biçimlendirilmesinde belirleyici etkenlerden biridir. Bir şey bir kere bir başka kavramla ilişkilendirildiğinde çoğunluk buna yönelir ve kavram kısa sürede dogmatik yapı kazanır. Ama bu dogma daha kapsamlı bir tam makale ile (elbette Amerikalıların anlayabileceği biçimde) ifade edilirse kolaylıkla çatlar. Hele hele kabul edilip ilgi görürse parlak bir gelecek de vaat edebilir.
Aşağıda dip not 1’de bu bildiri özetlerinden birinin tam metnini okuyacaksınız. “Algı kayması faktörü” (perception shift coefficient) ancak bilginin elektronik ortama aktarılmış olması durumunda uygulanabilecek bir yöntemdir. Siz bunun yüklendiği sistemi doğru kullanarak en azından kendi görüşünüzün geçerliliğini sınayabilirsiniz. Amerikan sistemi istatistik üzerine kuruludur, bunun karşılanmasını bekler, bu yöntem ise “tanımlayıcı veri” kullanır. Nitekim hayli benzer diğer makale kabul edilmişti (Dünya Primatoloji / Maymun Kongresi’ne kabul edilen bildiri, Avrupa ve Amerika farkı, dip not 2).
Sözün özü konunun algılanış biçimi hafızanın biçimlendirilmesinde de rol oynar. Hiç azımsanmayacak bir kesimin şahsımı hala deprem ya da meteoroloji uzmanı sanması da bu algı kaymasının ürünüdür (benim için merak konusu kime benzetildiğimdir).
Dip not 1:
Radyasyon tedavisini inceleyen bilimsel makalelerde DNA versus kollajen algısının değerlendirilmesi: Heisenberg etkisinin algıda kayma katsayısı ile dışlanması
Radyasyon tedavisinin yüz yılı aşkın bir süredir kanserde kullanılmasına karşılık, etki mekanizması/-ları kesin olarak bilinmemektedir. Mekanizmanın açıklanmasında genel kabullenme, radyasyonun iyonize edici etkileri nedeniyle DNA hasarının ortaya çıktığıdır. Ne var ki, radyasyon uygulanan alanda gelişen epitelyum hasarı, enflamasyon ve fibrozis, DNA’nın ötesinde kollajen matriksin de etkilendiğine işaret etmektedir. Bu çalışma bilimsel düşüncenin radyasyonun etki mekanizmasını açıklamada DNA ya da kollajeni hangi oranda dikkate aldığını saptamak amacıyla gerçekleştirilmiş bir veri analizidir.
Metod: PubMed arama motorunca taranan veri tabanı kollajen ya da DNA seçenekleri altında kollajen hasarı, DNA hasarı, kanser, radyasyon tedavisi, klinik, mekanizma ve review anahtar kelimelerinin kombinasyonları kullanılarak 5 Ocak 2019 tarihinde tarandı. Her bir tarama için bulunan madde sayısı, DNA versus kollajen olarak oranlandı ve algıda kayma katsayısı (PSC, perception slip coefficient) olarak kabul edildi.
Sonuçlar: Kanser-DNA 338.053, kanser-kollajen 23.576 (PSC 14.33); radyasyon tedavisi-DNA 15.675, radyasyon tedavisi-kollajen 2240 (PSC 6.99); radyasyon tedavisi-DNA hasarı 6.518, radyasyon tedavisi-kollajen hasarı 279 (PSC 23.36); radyasyon tedavisi-DNA hasarı-mekanizma 862, radyasyon tedavisi-kollajen hasarı-mekanizma 34 (PSC 25.35); radyasyon tedavisi-DNA-klinik 5014, radyasyon tedavisi-kollajen-klinik 657 (PSC 7.63) ve radyasyon tedavisi-DNA hasarı-mekanizma-derleme 166, radyasyon tedavisi-kollajen hasarı-mekanizma-derleme 2 (PSC 83.00) olarak bulundu.
Yorum: Kollajen vücut proteinlerinin yüzde 70’ni oluşturan ana matriks proteinidir. Yapım ve yıkım süreci çok yavaş olduğundan gözlemlenmesi zordur ve hastalıkla ilişkilendirilmesi uzun süreli ve amaca odaklanmış değerlendirme gerektirir. Araştırmalar, kanser hastalığını, ana tedavi yöntemlerinden olan radyasyon tedavisini ve etki mekanizmasını kollajene göre 6.99-83.00 kat daha fazla DNA ile ilişkilendirmiştir. Bu durum Heisenberg Belirsizlik İlkesi’nin biyolojik ters-karşılığıdır, yapım-yıkım süreci zaman alan bağ dokusu gözlemcinin dikkatli gözlem aralığından çıkar. Radyasyon tedavisinin optimizasyonu ve etki mekanizmalarının anlaşılması için baş dokusu daha fazla dikkate alınmalıdır.
Dip not 2:
Esas amacım Edinburgh’ta düzenlenecek “herhangi” bir kongreye katılmaktı (Edinburgh tutkusu). Baktım o yıl maymun bilimi (primatoloji) kongresi var. Ne var ki İstanbul’da doğrudan maymun biyolojisi ya da sosyolojisi çalışması yapamazsınız. İlk çıkış önceki okumalarımdan bildiğim “Tutankhamon’un mezarının batı duvarındaki 12 babun cinsi maymun figüründen” geldi, ama bunu ilginç kılacak bilgi “Mısır’da babun olmadığıydı” ve yine internetten araştırınca doğrulandı, bunu düşünen ilk ben değildim. Üçüncü bilgi ise maymunun hangi kültürlerde ön planda olduğu taramasından çıktı. Böylelikle “Antik Mısır mitolojisinde maymun figürünün yeri ve bunun Hint ve Japon mitolojileriyle karşılaştırılması” başlıklı bildiri ortaya çıktı, kongre bunu kabul etti (örümcek ağı Tutankhamon, babun ve mitoloji arasında kuruldu) . Ben kongreye yine gidemedim, ama özetleri okuyan Wisconsin Üniversitesi Antik Çağ Bölümü makalenin bütününü talep ederek hakkımı teslim etti.