Ders “edinilmiş bilginin başkalarına aktarılması” biçiminde tanımlansa da herkeste farklı bir karşılık çağrıştırır. Kelime Arapça kökenlidir, anlamı “bir metnin cümle cümle açıklanmasıdır”. Aramicede ise “yorum” kavramı eklenir, yani “Tevrat’ı cümle cümle yorumlayarak öğretme” olarak karşılık bulur. Bunlardan anlaşılacağı üzere daha çok kutsal metinlerin anlamlarının açıklanması olarak yorumlanır. Oysa ders günlük yaşamda başka başka karşılıklar bulur. Bir örnekten yola çıkarak kendine bir şeyler çıkartma da (kıssadan hisse) derstir. Buna akademik camiada “take-home messages”, yani eve götürülmesi gereken nihai çıkarımlar ifadesi yakıştırılmıştır.
Belli bir kapsam çerçevesinde verilen dersler daha çok ilk ve orta eğitimde kullanılır. Oysa üniversite dersleri daha yükseği olmayacağından bu kapsamdan çıkar. Üniversite derslerinde konunun sadece belli kapsamda anlatılması yetmez, varılan mertebe bilginin yanı sıra o konudaki deneyimin aktarılmasını gerektirir. Üniversite öğretim metodu açısından esneklik tanır. Tıptan örnek verecek olursak, bir hastalığın anlatılması genellikle tek başına yeterli olmaz, sorunun hastanın ağzından dinlenmesi ya da öğreticinin deneyiminin örnek üzerinden aktarımı da gerekir. Ne var ki bunun bütün üniversitelerde aynı seviye tutturulamaz. Öğreticilerin büyük bölümü deneyim aktarmak yerine kitaptan (kitabi) bilgi aktarır. Oysa bu bilgi günümüz koşullarında birkaç dakika uğraşılarak internet üzerinden kolaylıkla alınabilir, hatta ders sunumları bulmak bile olasıdır.
Doğru aktarım yolunun kullanılmasının önemi
Çoğu ders sunumumda yer alan cümlelerin okunmasından ibaret kalsa da, iyi bir ders sunumdan ötedir. Sunum sadece cümlelerden oluştuğundan, öğrenci sunum okunurken uyuyakalır. Bilakis çoğu ders sunumu internetteki bunca görsel bolluğuna rağmen resim, grafik ya da fotoğraf içermez, yani fazlasıyla sıkıcıdır. Zeki ve donanımı iyi öğrenciler deneyim aktarımı söz konusu olmadığı için, bir süre sonra bu derslere girmek yerine ders notlarının okunmasının da yeterli olduğunu kavrar ve derse artık hiç girmez. Nitekim bizim okuduğumuz dönemde öğrencilerin el yazısı ders notlarının fotokopileri revaçtayken, artık ders slaytlarının çıktıları üniversite veri tabanından indirilebilir.
Oysa ders vermek rutin bir iş değil, aslında bir sanattır. Dersin süresi bellidir, içerik anlatılmanın ötesinde kavratılmak zorundadır. İyi bir anlatıcı dersin ritmini; yani öğrencinin dikkat durumu, algılayıp algılamadığı, ilgisi gibi değişkenleri doğru kontrol eder. Gerek görürse dersi keser, başka konuya atlar, öğrencilere söz verir, dersi kapsamla sınırlamak yerine örneklerle benimsetme yolunu seçer. Bazen söylenerek anlatılamayacak kavramlar bir görsel kullanımıyla çok daha kolay ifade edilebilir. Mesela algının önemini anlatmak yerine Escher’in bir illüstrasyonunun sergilediği karmaşa konuyu kavratmak açısından çok daha yararlıdır.
Böylelikle kısa süre içerisine birden çok mesaj aktarılmakla kalmaz, öğrenci açıkta bırakılan noktaları yeni düşünce uçuşmaları yaratacak biçimde şekillendirebilir. Zaten dersi anlatan açısından değerli kılan da budur. Ders bir yükümlülük olmaktan çıkar, karşılıklı etkileşime dönüşür. Bu durumda sadece dinleyen değil, anlatan da verdiği dersten faydalanmaya başlar, ders insanın kendi kendisini sınaması, öğrencilerin sorabileceği saçma sorulardan medet ummasıdır. Artık ast ve üst ilişkisi ortadan kalkmıştır, en verimli dersler böyle ortaya çıkar.
Sami Zan örneği
Konuyu bize ders anlatmayı öğreten anatomi hocamız Prof. Dr. Sami Zan’ın yöntemiyle kapatalım. Sami Zan dersin başlangıcını bulvar gazetelerinin kupürlerine ayırıp önce hayat dersi verirdi. Bazı derslerin bir yarısı Çanakkale Savaşı, diğer yarısı anatomiden oluşurdu. Anlattıklarının ne kadarının kalıcı olacağını çok iyi bildiğinden, hemen hepsinin unutulacağından emindi. Ama kullandığı üslup o kadar engindi ki, derslere hukuk, askeriye gibi alakasız bölümlerden ciddi katılım olurdu. Bugün bu derecede başarılı ders anlatan pek kimse kalmadı, belki anlattıklarının önemli bir bölümü de kullanılmadığı için unutuldu. Ama Sami Zan aradan geçen otuz küsur yıla rağmen asla unutulmadı.