Bir şeyin bir diğeri olmadan var olamaması düşüncesi ister istemez iç içe geçmiş sistemlerle sonuçlanacaktır. Bilim algısı bilgisayarlar nedeniyle ileri derecede indirgenmiştir, grafik haline getirmek detayı ortadan kaldırmanın ötesinde, algılanmaya çalışılan detay kavramları bütünleştirir. Bu ister istemez algının kalıplanmasıyla sonuçlanır, grafik aslında birbirinden tamamen ayrı olamayacakları bile maket düzeyine indirger.
Bu yaklaşım çoğu bilim alanının araştırmadan uzaklaşıp türev ürünler etrafında öbek oluşturmaları sonucunu doğurur. Örneğin, görüldüğü kadarıyla tıp eğitiminde insanın vücudunu inceleyen anatomi ana dalı, konunun felsefesinden uzaklaşıp “nasıl olsa bulunacak bir şey kalmadı” mantığıyla araştırmayı bırakır ve kavrama isteğini bırakır; eğitimi pahalı maketlerle sürdürür. Bir yerde doğrudur, anatomide kesilerek bulunacak bir şey gerçekten kalmamıştır, eğitim maketlerle çok daha pratiktir, ama bunlar anatominin bitmiş bir bilim dalı olduğu anlamına gelmez. Hatta daha iddialı bir söylemle “aslında anatomi henüz hiç başlamamıştır”.
Canlılığı gösteren sudur
Bir şeyin biyolojik anlamda var olabilmek için bir diğeriyle ilişkili olmasının kuralları da tam olarak bilinmez, bu kurallar daha çok fizik ve kimya için tanımlanmıştır. Geçen hafta hücre iskeletinden söz etmemizin nedeni budur, çünkü grafik hale getirilmemiş bir bakış açısı aslında biyolojik sistemlerdeki varlık ve birliktelikleri bir miktar betimleyebilir. Hücreyi esas işlevsel biçim saymak insanın zaafıdır. Öyle olsa bile bizim dünyamızdaki canlılığın tanımlanması için ana unsur su olacaktır.
Eğer farklı alemlerdeki su varlığının, dış dünyadan ayrıştırılıp bir biçim içerisinde tutulmasında farklı ama kümeleştirilebilir özellikler varsa bu da birliktelik ilkesinin anahtarı olur. Peki, böyle iki ayrı sistem var mıdır? Evet vardır. Sistemlerden biri canlılıkta su tarafında kalan kollajen, diğeri ise hücre tarafında kalan kalan ve hücrenin iskeletini oluşturan kısımdır. İskelet oluşturan moleküllere genel olarak filamanlar adı verilir. Bu filamanların bizim algılayabildiğimiz özelleşmiş biçimlerinden biri karasal hayvanların dış yüzeyini kaplayan keratindir. Oysa sistem su içinde yaşıyorsa keratinle değil, kollajenle bütünleştirilir. Kuşların tüyleri keratin, ama balıkların pulları kollajendir.
Sistemlerin birliktelikleri denge gerektirir
Bu bakış açısı kollajen ve keratini su içerisinde iç içe geçen tekrarlayan örüntülere indirger. Beri yandan baktığınızda, aslında kollajen de keratin de hidrofobiktir, suyla doğrudan birleşmezler. Bu nedenle su bile aslında içlerinde değil, suyu emen büyük şekerli moleküllerle dengede tutulur. Kavramın doğadaki diğer karşılığı da zaten nehir yataklarıdır, iç içe geçemediklerinden genleşme bölgelerinin olması kaçınılmazdır.
Taşma dokuda ödem, keratinde ise bütünlük bozulmasına yol açar; nehirdeki taşmanın yaratabileceği sorun ise malumdur.
Kavramı tartışmaya bu noktandan devam edeceğiz.