Gök kubbenin altında söylenmemiş bir şey olmadığı genel geçer kural olsa da, insanın yeni bir şey söyleyebilmesi genellikle yeni bir şey keşfetmesinden kaynaklanmaz. İnsan bir şeyi keşfediyorsa o zaten var demektir, keşif onun yeni fark edilmesine bağlıdır. Bu yaklaşımın klasik örnekleri Arşimet’in suyun kaldırma prensibini ya da Newton’un yer çekimini kavramasıdır. Her iki örnek de varlıkları bilinen ve faydalanılan iki doğal durumun anlaşılması ve matematikle ifade edilebilmesidir. Doğaya ait diğer örnekler; hava basıncı, gezegenlerin dönmesi ya da çiçeklerin tozlaşması da benzer şekilde var olanın fark edilmesidir. Gözlemci olayları yeterince uzun süre inceleyebilir ve odaklanabilirse çabası keşifler dizisine dönüşür. Haritaların çizilmesi ya da deniz akımlarının bulunması da aynı uzun süreli gözlem becerisinin kullanışlı sonuçlarıdır.
Delme kavramının gelişimi
Günümüzde genel olarak teknoloji adını verdiğimiz yaklaşım ise bu prensipleri kullanarak eylemleri kolaylaştırabilecek ürünlerin geliştirilmesini hedefler. Örneğin tahta içerisinde delik açabilmek için ahşap malzemenin düzenli biçimde aşındırılması gerekir. Çekiç ve kalemle yontmak bunun en basit yöntemidir; eksen etrafında dönen keskin uçlu sonsuz vidayı tahtaya belli bir basınçla uygularsanız matkap mantığı ortaya çıkar. Elektrikli motor bu işlevi kolaylaştırır, delinmesi çok zor beton ya da metal gibi nesneler için de benzer prensip geçerlidir, daha sert delici uç ve daha büyük kuvvet, delinecek şey betonsa parçalanmayı kolaylaştıracak darbe etkisine gereksinim duyarsınız.
Delme prensibinin en uç örnekleri ise tünel gibi geniş geçitleri delebilen çok sert uç ve çok güçlü motora sahip makinalardır. Londra metrosunun kazılmasında uygulanan ilk yöntem yine de manuel’dir, insan gücüne dayanır. Kazı önce bir çukur açılmasıyla başlar, sonra bu ilk çukura dik açıyla geçitler eklenir. Teknolojinin gelişmesi bunun makinelere devredilmesini sağlar, ama artık sorun tünelin kazılması değil, kazılan boşluğun içine göçmemesidir. Önce sismik araştırma ile zemin etüdü yapılır. Kazmada kullanılan makineler çok büyüktür, kazılan alandan çıkan molozun bir kısmı çimentoya bulanarak arkada bırakılan boşluk sıvanır. Bu entegre bir sistemdir, makine bir yandan kazar, bir yandan doldurur ve sıvar, hala geride kalan moloz ya höyük oluşturacak biçimde yığılır ya da yol yapımında kullanmak üzere serilir. Nasıl günümüzün gelişmiş akıllı telefonları telefon ve bilgisayar birlikteliğiyse, tünel açan deliciler de matkap ve çimento entegrasyonuyla işler.
Yeni bir çıkarıma varmak yine de mümkündür
Bu verdiğimiz örneklere rağmen “hala yeni bir şey söylemek mümkün müdür?” sorusunun yanıtı evet olacaktır. Ancak bu aşamada artık ortaya konulan şey türev ürüne değil, elde edilen bilgiden varılan senteze bağlıdır. Ortaya konan öyle bir kavram olmalıdır ki, tez-antitez-sentez üçlemesini kapsamakla kalmamalı, her üçünü de kullanarak varılandan öte derinliğe erişebilmelidir. Bu çabada karşılaşılabilecek en büyük engel yeniliğin kendisi olmaz, ortaya çıkan tutuculuk eskisine olan “güvenli bağ” ya da mevcut konumun konforundan kaynaklanır. Bilimsel açıdan devrimci sayılabilecek aşamalar bile, var olanın sunduğu konfor ya da sürmekte olan düzenin yarattığı ekonomik denge nedeniyle tutuculuktan kurtulamaz. Nitekim Nikola Tesla’nın elektrik enerjisini kablo olmadan da iletebileceği düşüncesi de bu yaklaşımdan nasibini alır, elektrik gücü ne kadar çekici olsa da, beri yanda bol miktarda bakır madeni ve gelişmekte olan kablo endüstrisi vardır.
Teknolojinin biyolojik bilimlere göre inanılmaz ilerleme göstermesinin temel nedeni bu tutuculuğu aşmayı başarabilmesidir, daha çok işe yarayan eskisini ekarte eder. Biyolojik bilimlerde ise durum farklıdır, genel geçer paradigmanın eksik olması, akademik konforun delinmez zırhını daha çok kalınlaştırmaya yarar.