Adlandırma sorununa bir çözüm önerisi: Etimoloji

Masal tadında yazmak çok güzel olsa da bu hafta müsaadenizle yarım kalmış bir meselenin gelişimini hep birlikte takip etmek üzere etimolojiye döneceğiz. Etimoloji (kelimelere atıfta bulunmasa da diğer adıyla kökenbilim), sözcüklerin köklerini, hangi dile ait olduklarını, ne zaman ortaya çıktıklarını, ilk olarak hangi kaynakta kayıt altına alındıklarını, ses ve anlam bakımından geçirdikleri dönüşümleri inceleyen bilim dalıdır. “Kullanımdaki bir kelimenin kökeninden sana ne” diyecek olursanız tamamen haksız olmazsınız. Ancak etimoloji içine daldığınızda sadece sözcüklerle iz sürmeyi mümkün kılan biraz da tılsımlı bir alandır. Nasıl gelişeceğini henüz kestiremediğim bu yazı dizisi de aslında bu tılsıma işaret etmeyi amaçlıyor.

Önce bir kelime yaratmanın ne kadar zor olduğunu betimleyerek başlayalım. Diyelim ki önünüze daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemeyen bir nesne koyuyorlar ve buna bir ad vermenizi istiyorlar. Eğer nesne daha önce görülen hiçbir şeye benzemiyorsa bunun adlandırılması ister istemez “şey” olacaktır. Eğer nesne daha ince gördüğünüz bir şeye benziyorsa bu kez benzerliğe atıfta bulunmanız ilk seçenek olacaktır. Mesela mikroskop ilk keşfedilip, doku boyaları da geliştirildiğinde bazı hücrelerin, ne işe yaradıkları bilinmese bile kadehe benzemeleri nedeniyle “caliciform” olarak adlandırılmaları bu durum için geçerli bir örnektir.

Etimoloji bir yakıştırma egzersizidir

Adlandırmada diğer bir seçenek ellemek ve ne işe yaradığını anlamaya çalışmaktır. Nesneyi tutmak, kaldırmak, dokusunu kavramaya çalışmak, sıcak ya da soğuk olması ya da çıkardığı bir ses varsa bunun öncekilerle karşılaştırması yeni adlandırma için bir seçenek olabilir. Örneğin etimoloji konusunda sık başvurulan Nişanyan Sözlük Türkçe “balyoz” kelimesinin, Yunanca “ağır şey, ağır demirci çekici” sözcüğünden alıntı olduğunu söyler, “ağır” sözcüğünden türetilmiştir. O halde bilinmeyen nesnenin ağır olmasından yola çıkan bir adlandırma olduğu tahmin edilebilir.

Nesnenin adlandırılmasındaki üçüncü seçenek ise ne işe yaradığının anlaşılması olacaktır, bu ne olduğu bile bilinmeyen nesneler için bile mümkündür, ancak yanıltıcı da olabilir. Örneğin kök sözcüğünün gök kelimesinden geldiğini ileri süren kaynaklar da vardır. Düz bir mantıkla “kök bir şeyin ilk beliren halidir, eklenenler çıkarılsa bile geride kalanın onu temsil ettiği kabul edilir”. Ancak bu duruma kök ve gök ilişkisini tartışmalı hale getirir. Bir başka örneği muhtar kelimesi için verelim; Nişanyan Sözlük’e göre muhtar Arapça “1. seçilmiş, 2. kendi iradesiyle seçen, otonom” sözcüğünden alıntıdır. Ancak bizim kelimeyi Almanca benzeri Macht (kudret) ile ilişkilendirmemiz durumunda kelime otonom olmanın dışında güç anlamını da kazanır.

“Deveye diken, insana…” açıklaması

Günümüzde yazılmış olan çoğu etimoloji sözlüğü aslında anlam sözlüğü olmanın ötesine maalesef geçememektedir, ekledikleri tek şey ilk geçtikleri yazılı metnin ne olduğu olur; Kutadgu Bilig bunlardan en çok tanınanıdır. İngilizce etimoloji kaynakları bile kelimelerinin kökünü bu nedenle iyi irdelemekten yoksundur, köken genellikle Orta İngilizce olarak adlandırılan yaklaşık olarak 1150 ve 1470 yılları arasındaki dönemden geriye gitmez.

Etimoloji yine de çok eğlencelidir, çünkü insan zaaflarının da göstergesi haline gelebilir, çünkü kellimeler zamanla anlam kaymalarıyla bambaşka biçimler ya da argo deyimler de doğurabilir. Bunlardan iyi bilinen “deveye diken, insana s.ken” deyimiyle devam edeceğiz.

Notlar:

Bu arda Türkçe etimoloji konusunda birkaç kaynağı aktarmadan da geçmeyelim.

  • Nişanyan Sözlük (Sevan Nişanyan) 15.352 madde altında toplam 32.264 Türkçe sözcüğü kapsar. Standart Türkçe yazı dilinden düşmüş olan eski sözcüklere, yerel terimlere ve özel adlara yer verilmemiştir. Gerekli olmadıkça sözcüklerin tanımı gösterilmez, sadece tarihi ve etimolojik kaynakları üzerinde durulur. 
  • İsmet Zeki Eyüboğlu’nun Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü 788 sayfa. 16×24 cm ebadında 788 sayfadır. Türkçenin yalnızca Asya kökenli olduğu, ilkçağ uluslarının dillerinden dolaylı olarak etkilendiği kanısında değildir. Bilakis Türkçede Hitit, Sümer, Akad, Kopt, Sanskrit, Çin ile yine ilkçağ Anadolu’sunda yaşamış toplulukların dillerinden sözcük bulunmadığı görüşüne katılmaz.
  • İlginç olarak Andreas Tietze’nin Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati ise 10 cilttir; A-E arası olan ilk cilt 23×28.5 cm ebadında 764 sayfadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir