Batın iç organ adlandırmalarında mitolojinin yeri, alıntı yapılan isimler ya da yakıştırmalar spekülasyona hayli açık bir konudur. Bizim bu konuya merakımız önce kendiliğinden doğdu, bir akşam vakti, ertesi gün yapılacak bir konuşma için neler bulabilirim diye bakınırken elim Hertwig’in 1920 baskısı embriyoloji kitabına gitti. Bu kitapta bizim “S” biçimine benzediğinden “sigmoid” olarak adlandırılan kalın bağırsak parçası S-Romanum (Roma S’si) olarak geçiyordu. Bu kelimeyle daha önce hiç karşılaşmamış olmak beni çok şaşırttı. Böylelikle Latince-Türkçe sözlüğü alarak sindirim sisteminin diğer parçalarının adlarının nereden türemiş olabileceğini de araştırma gayretine girdim. Sonuç çok daha fazla şaşırtıcıydı, çünkü en azından sindirim kanalı, yani ağızdan anüse dek olan ve genelinde bir tüp yapısı gösteren kanal belli bir mantıkla isimlendirilmiş görünüyordu.
İç organ adları anatomiden önce de vardır
Bu farkındalık halinin getirisi büyük oldu, ama açıklaması da bir hayli zorlaştı. Anatomi tarihinde yazılmış olan çok eski eserler sınırlıdır, 1500’lerde başlayan sistematik kadavra incelemeleri ise ilk yazıda belirttiğimiz üzere daha çok kaslara aittir; adlandırmalar “biçim, işlev ya da yapışma noktaları” çerçevesinde belirlenir. Zaman geçip de 1900’lerin sonlarına yaklaşılırken uluslararası bir toplantı yapılır ve adlandırmalar konusundaki ikilemler giderilir, böylelikle önce 1543’te Andreas Vesalius’un Nomina Anatomia’sı ile başlayan adlandırma süreci 1989’da ilgili cemiyetin Terminologia Anatomica’sıyla sonuçlanır.
Ne var ki bu çalışmaların da çoğu kaslar üzerinedir, iç organ adları zaten var görünmektedir. Üstelik dinin etkisiyle, özellikle karının incelenmesi açısından bir engel vardı; inanç sistemleri ve dinler özellikle karın boşluğunun açılmasını yasaklamıştır. Nitekim batın kelimesi bile “bâtın – içrek (ezoterik) olan” kavramından gelir. İkinci yazıda karaciğerin “geleceği görmeye çalışmak ve kehanette bulunmak” amacıyla kullanımından söz etmiştik. Bu alan gizli tutulmalı, açılmamalı ve araştırılmalıdır.
Eski Mısır’ın iç organlara atanmış tanrıları
O halde bu yazının esas düşüncesine, önermesine gelebiliriz: “İnsan, bedensel eylemleri açısından yaratana karşı sorumlu olsa da, batın doğrudan yaratana aittir, bu nedenle de yaratıcının takdir ettiklerini öngörmeye çalışmak amacıyla açılması söz konusu olamaz, batın gizlidir”.
Önerme başta gülümsetse de, pek çok açıdan tutarlıdır. İnsan duyularıyla hisseder, algıladıklarını eyleme dönüştürür, beyin, iskelet ve kas sistemi bunu sağlar ve kontrol edilebilir. Buna karşılık batın içindeki organlar lokmanın yutulması eyleminden, çıkıma geldiğinin hissedilmesine kadar geçen süreçte kontrol edilemez. Çeşitli öğretiler ve dinler, bazı şeylerin yenmesini yasaklar, oruç tutulmasını zorunlu kılar; özellikle yeme içme eylemi ve sindirim sistemi ibadetin doğrudan odağıdır. Bu yaklaşım Eski Mısır için de geçerlidir, mumyalama eyleminde akciğerler, karaciğer mide ve bağırsaklar çıkarılarak kurutulur (kalp ruhun merkezi olarak bedende bırakılır) ve “canopic” adı verilen porselen kavanozlara konur. Kavanozların her biri özel tanrılar tarafından korunur ve özel yönlere yerleştirilir:
Hapi: Kuzeyi temsil eden maymun başlı tanrı, tanrıça Nephthys tarafından korunmuş ve akciğerlere atanmıştır.
Duamutef: Doğuyu temsil eden çakal başlı tanrı, tanrıça Neith tarafından korunmuş ve mideye atanmıştır.
İmseti: Güneyi temsil eden insan başlı tanrı, tanrıça İsis tarafından korunmuş ve karaciğere atanmıştır.
Qebehsenuef: Batıyı temsil eden şahin başlı tanrı, tanrıça Serket tarafından korunmuş ve bağırsaklara atanmıştır.
Bu durumda bizim bildiğimizden çok farklı bir kozmogonin bulunduğunu tahmin etmek yanlış olmayacaktır. Nitekim bütün dini kaynaklar “kendi suretinde yarattı” derken sadece dış görünüşten bahseder.