Gündelik işler içerisinde her ne kadar zaman zaman bir kenara çekilip kendimizle baş başa kalmayı başarabilsek de insanın yeni düşünce üretmesi, ürettiklerini zihninde elekten geçirmesi ve nihayetinden bunları en azından kağıda dökmesi her zaman aynı verimlilikle mümkün olmaz. İnsan ara bir günlük yaşam koşturmasından arınmak zorundadır, bu satırları izindeyken yazıyor olmam da rastlantısal olmasa gerek. Düşünme; kişinin kendi içerisinde bir faaliyet, düşünce ise düşünmenin başka bilinçlere ulaşmış halidir. Doğa filozofları ile başlayan süreçte ilk irdelenenler evrenin ana maddesi ile ilgili kavramlardır; böylelikle düşünme sistemi oluşturulur.
İnsanın mutlak varlığı, var olduğunun farkına varmasıyla başlar. Bilgi ağacının meyvesinden yemeden önce de aslında vardır, ama var olduğunu bilmeksizin ve amacı olmaksızın dolanır. Hayatiyetini sürdürmesinin şartı ölümsüzlük ağacının meyvelerinden yemesidir, bilgi ağacının meyveleri ise yasaktır. Bu alegori derse gelen öğrencilere sunduğum neredeyse istisnasız ilk görseldir, “peki ama elma olarak betimlenen ağacın meyvelerinden yemek neden yasaklanmıştır?” Öğrenciler buna genellikle “sınanma” yanıtını verirler, ben de bütün alemleri yaratan bir gücün yarattığını sınamasının anlamsız olduğunu söylerim, nedir bu, prototipin başarısının sınanması mıdır?
İnsanın düşünme öyküsü
Sonra ikinci soru gelir, peki elmayı yediklerinden ne olmuştur? Öğrencilerin zihinleri genellikle bu ikinci soruyla açılır, çıplak olduklarının farkına varıp örtünmek gereksinimi duymuşlardır; sonrası ise insanın onun için artık lanetlenmiş olan Cennet Bahçesi’nden “dikenden ve böğürtlenden başka şey yetişmeyen tarlaların, alın teriyle yetiştirdiği otlarıyla karnını doyuracağı” dünya alemine gönderilmeleriyle sonuçlanan süreçtir. Bu alegori bize şunu anlatır, insan yaratılışından sonra da eylem gerçekleştirme becerisine sahiptir, ama eyleminin sonuçlarını uyguladığında kavrar. Bu belki de felsefenin başlangıcıdır, fikir üretmeksizin eyleme geçebilmek mümkündür, ama eylemin sonucunda artık bunu yargılamak, yani felsefe üretmek ve çıkarımlarını ürüne dönüşecek düzenli çalışmaya döndürmek insan yaşamının kaçınılmaz döngüsü halini alır.
Düşünmenin bir sonraki aşaması olarak idrak
Mutlak var oluş bizim dışımızda olan bir algıdır, bir şeyin varlığı biz algılarsak karşılık bulur, olmayan algılanamayacağı için aslında olmadığı reddedilemez, olduğunun algılanması var olanın anlamlandırılma halidir. İnsanın bu özelliği suyun buz hali, çözülmesi ve daha fazla enerjiyle kaynayarak buharlaşması gibi birbirinden farklı haller sergiler. Standart örnekle açıklamaya çalışalım, bütün cisimler yerçekimine tabidir, bırakırsanız düşerler; herkes tarafından bilinen bu özellik bir taşın hedefine fırlatılmasında, bir sepetin bakkala uzatılmasında ya da bir kesilen bir sedirin devrilmesinde de mutlak geçerliliğini korur.
Herkes tarafından bilinen bu durumun yer çekimi kuvveti olarak algılanıp kurallarının belirlenmesi bile insanın bıraktığı izler dikkate alındığında nispeten çok yakın zamanda gerçekleşmiştir. Ormanda sedirler indirilmeyi beklerken de içlerinde bir binanın kolonlarını, kirişlerini ya da bir geminin gövdesini ya da direklerini barındırırlar. İnsanoğlunun fiziksel olarak gerçekleştirdiği her şey aslında bir düşünce olarak doğada mevcuttur.
O halde fikri çalışma anlamlandırmaya uğraşma halinin başlangıcıdır, anlamlandırma fikri çalışmanın ilk ürünü olarak ortaya çıkar.