Doktor hastadan ne bekler?

Biz her ne kadar hastaların doktorlardan beklentileri üzerine odaklansak da, elbette doktorların da hastalardan beklentileri bulunur. Mesleğini gerçekten seven hastası için iyisini yapmaya çalışır, ama iyisi denen kavram her zaman hastanın ya da yakınlarının beklentisini karşılamayabilir. Örneğin benden hastaneye yatırılmak isteyen herkese verdiğim yanıt “tavsiye etmediğimdir”, zira fazladan bir fayda yaratmayacağı gibi, düzenlerinin bozulmasından hastane enfeksiyona varabilecek riskler ciddi biçimde artar. Oysa hastanın beklentisi, aynen arabanın servise bırakılması gibi, bir şekilde “hastanın toplanacağıdır”, düşünce tamamen yanlıştır. O halde doktor hasta ve yakınlarından akla uygun sınırlarda kalmalarını bekler.

Aynı şey hastanın iyileşme sürecindeki aceleciliği için de geçerlidir. Onlarca yılda gelişmiş hastalığın üç gün içinde düzelmesinin mantığı yoktur. Bu beklentinin daha uç noktası elbette doktoru bir şey bilmemekle ya da beceriksizlikle suçlamak olacaktır, oysa tıbbın hastalıklar karşısındaki konumu bellidir; hastalık doktorun yardımıyla daha kolay iyileşir, ama iyileşme hali hastaya ait bir yetidir; doktor kötü durumda olan, yani rezervi bulunmayan hastayı iyileştiremez; bilakis daha çok çekmesine neden olabilir. O halde doktor iyileşmek için bir yardımcıdır, lakin bir zaman mühendisi değildir; zaman kavramını bugüne dek aşabilen kimse olmamıştır.

Hasta kuşkusuz doktora kolay erişebilmek ister, daha doğrusu hasta bir doktor bellemeyi ve onunla devam etmeyi isterken görev yeri değişiklikleri, rotasyonlar gibi nedenlerle aynı doktora rastlaması genellikle mümkün olmaz. Oysa her insani ilişkide söz konusu olacağı üzere doktor ve hasta bağı bir süre sonra kendiliğinden kurulur. Mesleğini seven ve hastasını kollamaya çalışan doktor kendisine telefonla erişim hakkını da tereddüt etmeden teslim eder; ama bir şartla, hasta bunu kötüye kullanmamalıdır. Gecenin bir saatinde aslında günlerdir olan bir şey için aramaya kalkan, akşamın on birinde “hasta ne yesin” gibi afaki sorular soran hasta ve yakınları doktor için dayanılmaz derecede iticidir. Gerçek sorun baş üstünedir, ama doktor başkalarına da hizmet verebilmek adına kendini ağlama duvarına çevirenlerden uzak durmak zorundadır.

Bizim özel piyasa, muayenehane hekimliği denen alanlar ilişkimiz çok sınırlıdır; ama doktor “parasını verdik nasıl olsa…” düşüncesindeki hastaları ciddi tehdit olarak görür. Günümüz düşüncesi herkesin bir fiyatı olduğu, ödenirse limitsiz kullanım olabileceği yanılgısındadır. Doktoru muayenehanede de görseniz, ciddi bir muayene ücreti de ödeseniz dünyanın hiçbir yerinde böyle bir “satın alma” durumu gerçekleşemez. Doktor en hatırlı hastasıyla bile kendisini satın aldığı düşüncesini hissettirdiği anda bağını koparır. Bu nedenle muayenehane hekimliği kamuda ya da üniversitede çalışmaktan çok daha meşakkatlidir; sınır bilmeyen hasta olasılığı hep bir kenarda durur.

Diğer doktorları bilmem, ama benim için geçerli bir diğer kural da hastanın doktorlara değer vermesidir. Telefonunuzu da verip erişimine kolaylık sağladığınız, her ihtiyaç duyanı “yarın sabah gelebilirsiniz” şeklinde yanıtladığınız ya da habersiz geleni randevunuz yok diye geri çevirmediğimde hastadan içten içe jest beklentisine girerim. “Ay size nasıl ulaşacağımızı bilemiyorduk, mailimize hemen cevap verdiniz, hemen ertesi gün sabah çağırdınız” demeyi bilen, yani şükrana boğulmuş hasta ya da yakınının, ”bu iki simidi de size aldık, açsınızdır diye düşündük” ya da daha iyisi “bu mamaları da kedilerinize aldık” jestini gösterebilmesi de benim saplantımdır. “Dün geldik sizi bulamadık” sözü ise dünyanın bin bir türlü hali dikkate alındığında çok kırıcıdır.

Hasta doktoruna inanmayı ne kadar istiyorsa, samimi bir doktor da hastasına güvenebileceğini o kadar hissetmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir