İlk defa bir yazının başlığını satırlara başlamadan koydum. Sizin de başınıza gelmiştir olasılıkla, iyi niyetle başlanmış durumlar bazen öyle bir darmadağın olur ki, geriye sadece salaklığım ve üzüntüm kalır. Yaş almama rağmen bu durumlarda sayıca bir azalma olmaz, ister iyi niyete bağlayın, ister saflığa, üzüntü önce boğazımda düğümlenir, tüküremem, yavaş yavaş sindiririm, ama bittiğinde güçlenmiş çıkarım.
Benim yaklaşımım maillerin ve taleplerin hepsine cevap vermektir, gençlerden gelenleri ayrı bir özenle yanıtlar, yapabileceksem, mesela Bitlis’e 15 dakikalık TEDx konuşmasına günü birlik gitmek bile, hayır demem. Ben bir şey talep etmem, çoğunlukla sorun çıkmaz, ama genel gözlemim de şudur ki, bütün maillere telefon numaramı eklesem bile özellikle gençler telefonla aramaz. Buluşma zamanı yaklaşınca etkinliğin gerçekleşeceğine dair bile kuşkular başlar. Gençlerin ciddi bir telefonla konuşma, iletişim ve adap sorunu var.
Bunlardan birini de önceki gün yaşadım; bu kez iddialı bir grup bir röportaj istedi, “para önemli değil” diye yazmışlar, gülümsedim. Aslında yeni bir deneme, 360 derece çekebilen bir sistem kullanacaklar ve benimle başlamak istiyorlar. Buluşup konuşmak için anlaştık, son saate kadar arayan olmadı, ama nihayetinde buluştuk. Birer çay ısmarladım, beklentim olamayacağını da söyledim.
Sonraki haftalar çekimin yapılacağı konak zar zor ayarlandı, bütçe sıkıntısı olmayan ekibe “ben Üsküdar’a gelirim, ama sonrasında ne yaparız?” deyince bir arkadaşımız karşılayacak dediler. Arabayla alacaklar herhalde diye düşündüm. Sonuç Kandilli’ye uzun bir belediye otobüsü yolculuğu ve hayli yüksek tepeye nefes nefese tırmanış. Köşke vardığımda zaten konuşacak halim kalmamıştı, sözümü tutup gitmiştim, ama konuşmadan üzülerek vaz geçtiğimi bildirdim. Ciddi bir hayal kırıklığı yaşamadılar, sadece “öğreniyoruz” dediler, “tamam öğrendiniz” dedim, üzüntüsü bana kaldı.
Ben tıp fakültesindeyim, poliklinik odamı en az on kişinin rahat ders dinleyebileceği hale getirdim, daha rahat görebilsinler diye duvara bilgisayara bağlı bir ekran taktırdım. Dün de onlardan beşini konuk ettim, akşam erken yatmamın nedeni enerjinin korunumu prensibi. Saat on bire doğru “ben sizi daha ne kadar bekleyeceğim” diye bir hasta hışımla içeri daldı, “sürekli brifing veriyorsunuz, ben sizi daha önce de iki kez bekledim” deyince sesim hiç olmadığı kadar yükseldi. “Burada birinci sorumluluğum ders anlatmak” dedim, gözleri donuk bakan, bezgin öğrenciler de dinlesin diye içeri aldım.
Adamın mesanesinde tümör çıkmış, korkutup idrar kesesini almakla kalmamışlar, idrar ve dışkıyı torbayla dışarı bağlanmış. Hasta neredeyse yapılan operasyonun travmasını benden çıkaracak, çünkü bekleyememiş; “bu öyle bir durum ki gerekirse gece yarısına dek bile beklemeliydiniz” dedim. Bir şekilde teskin edip yolladım, ama sonra öğrencilere döndüm; “işin özeti budur” dedim,” çocuk değilsiniz, tabiri caizse adamı s..mişler”. Oysa onlar uyukluyordu. Ve son olarak ekledim; “bazen size gerekenden fazla önem verdiğimi düşünüyorum, pek hak ettiğinizi sanmıyorum, lakin başka türlü de yapamıyorum. Haydi, verin yoklamalarınızı yollayayım…”, üzüntüsü yine bana kaldı.