Deprem ve kehanet

Görsel Stigmata (1999) filminden alınmıştır.

Geçen haftanın ana konusu kuşkusuz deprem oldu. Bu coğrafyanın genel kaderi olan deprem gibi doğal afetler, genellikle ortaya çıkınca “vah vah” ile geçiştirilerek unutulur. Altı Şubat yıkımını da çoktan unuttuk. Buna balık hafızalı bir toplum demenin doğru olduğunu da düşünmüyorum, zira deprem denince kendi evinin sağlam olması yetmez, deprem tarih ve saat bildirerek önceden haberdar olunan bir durum değil. Benim yaşadığım zaman kesitinde bile İstanbul’da ciddi olarak hissedilen üç deprem oldu; ilki 1999 depremi, 17 Ağustos gününün saat üçünde meydana geldi; sorunun boyutunu ancak sabah yayınlarından anlayabildik. İkincisi birkaç sene önce meydana gelen depremdi, öğleden sonra Doğu Bank İşhanı’ndaydım. Benim hissiyatım “hana kamyon girdi” şeklinde olsa da, dükkâncıların kepenklerini indirip kaçmalarından depremi anlamış oldum. Ve üçüncüsünü de geçen hafta yaşadık, yine öğlen saatlerinde meydana geldi, Çapa’da bir binanın birinci katındaydım. Sonrasında bir hastayı görmek için Şirinevler’e gittim, artçı sallantıların bir kısmı da orada yaşandı.

Deprem topyekûn hazırlanılması gereken bir afettir

Bu kısa üç deneyim zararsız atlatıldı, ancak sonuncusunda şunu açık biçimde anlamış oldum; deprem kişisel önlemlerle üstesinde gelinebilecek bir mesele değil. Deprem bölgesinde yaşıyorsanız, depreme topyekûn hazır olmak zorundasınız, aksi takdirde eviniz depreme dayanıklı ancak evden çıkmadan bir yaşıyorsanız avantaj taşıyacaktır. Tarihi ve saati belli olmayan bir doğal afette sizin kişisel önlemleriniz yetmez. Sadece Şirinevler izlenimi bile ciddi bir deprem durumunda İstanbul’un, ama daha ötesi Türkiye’nin biteceğini açık biçimde gösterdi. Daracık cadde ve sokaklar arasında kurulmuş binlerce ev, vatandaş çıkmış kapısının önünde oturuyor, sanki deprem olsa kaçabileceği boşluk varmış gibi, en geniş cadde on beş metre, sokakları saymıyorum. Deprem sonrası toplanma alanı hiç yok, olan bölgeler de zaten nispeten güvenli yapılaşmanın olduğu yerler.

Hangi yönetim olursa olsun, 1999’dan bu yana hiçbir şey yapılamadığı gibi, bundan sonra da yapılmayacağı açık. Aslında güdülen amaç belli, “olsun, sonra yolumuza devam ederiz”. Deprem uzmanları da son sarsıntıdan sonra ikiye ayrıldı, bir taraf “tamam başka bir şey olamayacak” derken, diğer taraf bunun başlangıç olduğunu iddia etti. Vatandaş ilkine inanmak istese de, deprem konusunda bilinmezlik kesinlikle geçerlidir. O zaman ister istemez sosyal medyada dolaşan kehanetlere de göz atmak gerektiği ortaya çıktı, bunlardan biri de 112. Papa’nın ölümü kehaneti.

112. Papa’nın ölümü kehaneti

Kehanet geçmiş zamanlar ilerisi için bir varsayım ileri sürmek anlamına gelir. Bu kavram bilimsel düşüncenin dışında çıkar, yani parapsikolojinin alanına girer, ama eski kehanetlerin tutarlılığı söz konusuysa zaten hiçbir şey bilmediğimiz evrende göz ardı edilecek bir şey değildir. Kehanetin sahibi Aziz Malaki (1094-1148) der ki, “112. Papa öldüğünde yedi tepeli şehir yıkılacak”, hatta bunun için de bir gün verir, bu 13 Mayıs’tır. Aziz Malaki’nin kehanetlerinin genellikle tutarlı olduğu kabul edilir, yani bilmiş görünür. Ağca’nın Papa suikastı da 13 Mayıs’ta gerçekleşmiştir.

Yirmi bir Nisan’da hayata veda eden Papa Francesco (Papa Francis) Aziz Malaki’nin yaşamından sonraki 112. Papa’dır. Ancak endişe etmeyin, dünyada yedi tepeli şehir olarak adlandırılan tek yer İstanbul değildir. Rio ve Roma da yedi tepeli olarak bilinir, buna eklenmiş olan ve yedi tepeli kabul edilen başka şehirler de vardır.

Bilimin yetmediği, önlemlerin alınmadığı yerde kehanet de seçenek olarak ortaya çıkar, ben konuyu okudum, siz de bilin. Yedi tepeli şehirin yıkılması alegori de olabilir, eğer orası İstanbul ise başka bir kehanet de “satılarak elden çıkacak” der.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir