Ailesinin çiftçi olmasından utanan Mercedesli genç

Bize çocukluğumuzdan beri yanlış anlatılan bir kavram var: Toplum içindeki konumumuzu meslek seçiminin belirleyeceğine inanıyoruz. Sık sık okul konuşmalarına katılıyorum, öğrencilere hangi mesleği seçmek istediklerini işin bir parçası olarak soruyorum. Doğal olarak bir kısmı doktor, mühendis, mimar, hukukçu olmak isterlerken, çok daha sınırlı bir kısmı da sanatla uğraşmak istediklerini belirtiyorlar. Benim anlattıklarım daha çok beslenme ve sağlık çerçevesinden başlıyor, sonra meslek ve kariyer alanına yönleniyor. Son okul konuşmalarını İstanbul dışında yapınca, bu kez aynı soruyu “ileride çiftçi olmak isteyenler kim?” diye dile getirdim. Cevap, elbette neredeyse hiçti, yüzlerce çocuktan ileride çiftçilik yapmak isteyen sadece bir kişi çıktı.

Görsel https://www.pinterest.cl/pin/502784745879413765/ adresinden alınmıştır.

Ama bu saptamanın üzerine sıra dışı bir başka örnek daha eklendi. Köy kökenli, İstanbul’da özel üniversite okuyup altında Mercedes arabası olan bir gencin, ailesinin çiftçi olmasından (olasılıkla) utandığı için onlardan ekim yapmamalarını istediği anlatıldı. Tamam, üretimden giderek uzaklaştığımızı hepimiz biliyoruz; ama durumun bu aşamaya varmış olmasına şaşırmanın ötesinde üzüldüm. Düşününüz ki köylü bir aileniz var, çalışıp kazandıklarıyla sizi okutuyor, üstelik emsalleriniz arasında ezilmeyin diye altınıza bir de araba çekiyor ve siz onlardan utanıyorsunuz. Anlaşılan biz çocuklara çalışıp kazanmanın onurlu bir davranış olduğunu anlatamamakla kalmamışız, para kazanılan alanın toplumsal konumu belirlediği algısını da istemeden oluşturmuşuz. Bu durumda köylülük ya da çiftçilik, memurluk ya da işçilik de dışlanmışlıklarıyla kalır. Herkesin “bizınıs” (iş insanı) yaptığı, ama hiç kimsenin üretmediği bir dünya konuma tabi esarettir.

Meslek, iş ve değer bambaşka kavramlardır

Oysa meslek, yapılan iş ve toplumsal konum birbirlerinden tamamen farklı unsurlardır. İnsanlar bir meslek kazanmak amacıyla okur, ama koşullar gereği ancak bulabildikleri işte çalışırlar. Çoğu mühendis okulu başarıyla bitirmiş olsa bile, kendi alanının pazarlamacısı konumunu geçemez. Küreselleşmenin bu kadar ilerlediği yaşam koşullarında bir makineyi sanayi düzeyinde üretim aşamasına taşımak çok az kişinin varabileceği sonuçtur. Aynı alandan mezun bir grup bunların bakımından, bir grup geliştirilmesinden ve bir grup da pazarlamasından sorumlu olacaktır. Üniversite okuyarak kazanılan diploma, edinilen mesleğin uygulanacağı garantisini vermez, hangi alanda iş bulursanız mecburen o koşullara uyum sağlarsınız. Ama toplumsal konum, abartılmış haliyle “onurlu bir yaşam”, bunlardan tamamen bağımsızdır, kişinin topluma katkısı ve bireyin kültürüyle belirlenir.

Hürriyet tutsaklıkla başlar

Öğrencilere “ne olurlarsa olsunlar, eğer konuşacak konuları yoksa bir şey olamayacaklarını” söylerken hep bu kültürün kazanılmasını vurguluyorum. Koşullar sizi köyden çıkartıp, tıbbiyeye de yönlendirebilir. İki gün önce tanışmak için yanıma gelen tıp birinci sınıftan dört öğrenci Diyarbakır,  Siirt, Batman ve Mardin mezunlarıydı, onları tanımaktan büyük mutluluk duydum. İlerde en iyi doktorlar bile olsalar; onları yetiştiren aileleri ve toprakları onurlandırmayı başaramazlarsa, kazandıklarını topluma iade etmeyi beceremezlerse, mesleki başarılarının değeri sınırlı kalacaktır. Onları gerçekten değerli bireyler kılacak olan kültürleri ve erdemleridir.

Hürriyet aslında “kendi kendinin tutsağı” olduğunun kabulüyle başlar, değer ise çabalamanın / çapalamanın getirisidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir