Canlı vücudunda bir şekilde akmakta olan enerji biçimleri kavramı elbette yeni değildir. Doğu tıbbı bu kavramı “meridyenler” olarak aktarır, ancak meridyenin neden oluştuğu konusunda bir açıklama getirmez. Kavramın bir diğer karşılığı ise “çakra” olarak adlandırılır, yine Doğu tıbbı vücutta tepeden kuyruk sokumuna dek yedi çarka tanımlar, çakraların açık ya da kapalı olması pek çok hastalıkla ilişkilendirilir. Meridyen ya da çarka kavramının vücudun genler kontrolündeki moleküllerden meydana geldiğini söyleyen Batı tıbbında bir ifadesi yoktur, ancak benim “enerjinin depolanma biçimi” olarak sunduğum bakış açısı her ikisinden de bağımsız, Batı tıbbının tanımladığı bir takım kavramları yorumlamaya dayalıdır. Batı bilimi deri ve ekleri (kıllar, tüyler, dişler ve boynuzlar) ve bunların nasıl geliştiği konusunda pek çok araştırma yayınlamıştır. Ne var ki bunu yaparken tıbbın takılıp kaldığı “tanımsal” aşamasının ötesine geçemez. Bugün baktığınızda tıbbın sağlık ve hastalık konusundaki neredeyse bütün açıklamaları da tanımlamak üzerine kuruludur. “Gözün üzerinde kaş vardır” olarak özetlenebilecek bu yaklaşım hastalık durumları için de benzerdir. Çok az hastalık bir mekanizma çerçevesinde ifade edilir, hatta hastalıkların mekanizmasını açıklamaya çalışan fizyopatoloji gibi dersler tıp eğitiminden uzun süre önce çıkartılmıştır. Günümüzde pek çok hastalık belirtiler sınıflanarak belli bir tanıya yuvarlanır. Bu durum özellikle de romatizmal hastalıklar için geçerlidir, belli kriterlerin tamamlanması durumunda hasta bir tanı başlığı altına sokuşturulur.
Ölü olduğu varsayılan doku biçim alabilir mi?
Vücuttan kaynaklanıp uçlara doğru akan bir enerjinin varlığını söylemek o nedenle kolay değildir, ama eldeki sağlık ve hastalığa ilişkin mevcut verileri birleştirirseniz böyle bir bakış açısının mümkün olduğunu ileri sürebilirsiniz. Bir önceki yazıdan hatırlayalım, vücudun dış yüzeyi bütün gelişmiş canlılarda sülfürlü amino asitlerden zengin keratin ile kaplanmaktadır. Keratin deride hücrelerin içerisinde yoğunlaştırılarak en dış tabakayı oluşturur. Kuşların tüyleri, sürüngenlerin derileri ya da memelilerin büyük kısmında bulunan kıllar da keratinden meydana gelir. Batı bilimi keratinin vücudun su kaybının önlenmesi ve mikroorganizmalardan korunması için gerekli olduğunu söyler. Buna karşılık benzer yapı su içerisinde yaşayan hayvanlarda da vardır; örneğin balıkların pulları da keratinden meydana gelir. Canlı sistemin vücudunun çevresinde bir şekilde keratinden bir yapının kurulması gerekli görünmektedir. Yılan gibi sürüngenlerin bir kısmı yaşam sürecinde bu keratin kılıfı bütünüyle değiştirir, ancak benzer durum kuşların tüy dökmeleri için de geçerlidir. Yılın belli bir zamanında tüylerin önemli bir kısmı (hepsi değil) değiştirilir.
Canlı vücudunun uzama özelliği gösteren saç, tırnak, boynuz gibi ekleri de keratinden oluşur. Bu tür deri ekleri evrim teorisinde “öyle olduğu için avantaj sağlamıştır”, yani “gözün üzerindeki kaş terden korur” biçiminde açıklanır. Ne var ki buradaki temel sorun boynuzun varlığı değil, formudur. Boynuz yapısı türlerde farklılık gösterir, geyiklerin dallı boynuz yapısına bakıldığında, hele hele boynuz dokusunun o halinin aynen tırnak gibi) canlı olmadığı varsayıldığında, formun nasıl oluştuğu açıklamaya muhtaçtır. Benzer ikilem kuşların tüyleri için de geçerlidir. Tüyler gelişimleri aşamasında kalamus denen orta gövdeden gelen damarla beslenir, buna karşın erişkin formda damar yapısı ortadan kalktığından keratinden meydana gelmiş cansız doku özelliğini gösterirler. Bu da tüylerin özelleşmiş yapısı, renkleri ve hatta desenleri açısından açmaz oluşturmaktadır. Malum, desen onu meydana getiren renk ve çizgilerden farklı bir durumu anlatır.
Uçların hastalık durumundaki değişiklikleri
Parmaklara merkezden gelen enerjinin varlığını gösteren en açık durum elbette tırnakların uzamalarıdır. Bununla birlikte sedef hastalığı, kronik tıkayıcı akciğer hastalıkları (KOAH) gibi durumlarda görülen el parmaklarının uç kısmı ve tırnaklardaki değişiklikler farklı bir anlama bürünmektedir. KOAH ileri dönemde elin uç kemiklerinde baget parmak adı verilen değişikliklere neden olur, kanın karbondioksit seviyesinin sürekli yükselmesiyle ilişkili tutulmakla birlikte nedeni tam olarak bilinmemektedir (yani akciğerden alınan oksijen azlığı ve karbondioksitin artmasının uç kemiği büyüttüğü olarak da ifade edilebilir). Sedef hastalığında ise tırnak yapısı iğneyle delinmiş gibi bozulur. Tırnağı meydana getiren keratin sentezinin aralıklı olarak eksik kaldığı olarak yorumlanabilir. Bu bilgiyi Batı tıbbının en iyi yaptığı şey olan hastalığa ilişkin verilerle birleştirirseniz bambaşka bir yere varırsınız, çünkü sedef hastalığı yüksek rakımlı yerlerde deniz seviyesine göre daha fazla görünmektedir. Bu saptama bir yerde hastalık ve çevre arasındaki ilişkiyi doğrular, ama beri yandan vücudun yapısının dış dünyaya adaptasyonla ilişkili olduğu şeklinde de yorumlanabilir.
Enerjinin uçlara (el ve ayak) doğru yoğunlaştırıldığının bir başka göstergesi de diyabet gibi hastalıklarda ortaya çıkan uç damar hasarıdır. Kronik diyabetin kılcal damar (kapiller) yapısını bozduğu zaten bilinmektedir. Buna karşılık söz konusu bozukluk belirgin biçimde ayak damarlarını tutma eğilimindedir, eller etkilenmez. Buna karşılık yine bir uç kapiller ağı olan göz etkilenerek retina değişiklikleri ve böbrek uç kapiller ağı (glomerül) etkilenerek böbrek hasarı meydana gelir. Dahası diyabet gibi durumlarda yine ayaklarda ülser oluşması sık görülen bir durumdur, ama eller etkilenmez. Oysa aynı kapillerler kaslarda da bulunur, ancak ya hastalık belirtisi vermezler ya da etkilenmezler. Bu anlatılanlardan ortak çıkarım, dokuların mikroskop altında benzer görülmelerine karşılık yapılarının ve buna bağlı olarak hastalıktan etkilenmelerinin farklı olabileceği şeklindedir.