22 Temmuz 2007 seçimlerinde kaybettiğiniz meclisin aykırı sesi olma konumunu, her şeye rağmen koruyacağınıza inanıyorum. Bu seçilmemişlik sizin gerçek bağımsızlığınızdır. Ben bu bağımsızlığı kendi inancımdan öte bu ülkenin geleceği için diliyorum. Ancak bağımsız sol aday olunamayacağını üstad Özdemir İnce yazmıştı, evet “bağımsız sol aday” olmamalı, sol birbirine bağlıdır, memleketine bağımlıdır. Dolayısıyla Baskın Oran’a oy vermiş ya da gönül bağlamışların adresi yeni bir politik oluşum olmalıdır.
Zira son seçimden hepimiz adına çıkarılması gereken bazı sonuçlar var. 1. Başkalarının başarısızlığı ve sistemin kilitlenmesi pahasına sürdürülen politikalar politika değildir. 2. İş olmasa bile aş ve yakacak oylara kadirdir. 3. Asgari şartlar sağlandığı sürece (ekonomik istikrar diyelim) memleket değerlerinin satılması önemli değildir. 4. Türkiye vatandaşları mazlumu her zaman kayırır. 5. Başkasının erkiyle secime girilmez.
Ancak bu durumda bile sizin seçilememenizi anlamış değilim. Daha önce dile getirdiğim gibi kaynağı ne olursa olsun harcanan bunca emek, 33 bin oyla karşılık bulmamalıydı. Benim çevremdeki insanlarının çoğunun, Sezen Aksu konserlerinin dinleyicisi olan sanat tutkununun ve medya tarafından verilen koşulsuz desteğin, yani sizi göreve çağıran 6500 imzanın varması gereken nokta bu değildi. Oysa bu ülkenin aykırı seslere ihtiyacı vardı, azınlığın dilencinin, dönmenin, bir cümle itilmişlerin sadece seçim dönemleri ta bir sonraki seçime dek sistemi durdurmak bahasına fışfışlanıp sanığa gömülen seslerinin de duyurulmaya ihtiyacı vardı. Demek ki etnik milliyetçilik söylemleri etnisitenin dışında etkili olmuyor, demek ki bir kilo nohut aşı yeterli oluyor oyları indirmeye. Ne fena. Oysa Mor Çatı’nın kadınları çocuklarını yazın sıcağında gönderebilecekleri bir yaz okulu bulamadılar. Alt komşum eş insel kardeşim Nihat, seçiminden doğan sıkıntılarını anlatacak bir merci de bulamadı. İtilmişler ve kakılmışların oyları AKP’de, ne var ki bulundukları aynı yerde bekliyorlar.
Peki biz ne istiyoruz?
Sosyal adalet, yani çalışanın emeğince kazandığı, çalışmayandan ayrıldığı bir sistem.
Derinlemesine kültür, yani ulusal, yerel, etnik olsun bütün kültürlerin korunması ve geliştirilmesi.
Ülkenin bölgesel ve yetkin güç olması, toplumların refahının korunmasını barışın temel unsuru sayması,
Uygulanabilir akılcı bir sağlık reformu (AKP’nin popülizme buladığı ama işlev olarak doğru politikaların ötesi).
Gerçekçi çağdaş eğitim.
Güçlü, ama kontrol edilebilir (dizginleri dışarıda olmayan) ekonomi.
Sürdürülebilir enerji kaynakları, nükleere sarmamış, fosilden arındırılmış enerji politikası.
Rant peşinde koşamayacak, sadece işini yapacak bir medya (medyanın spekülasyon ve ticaretten arındırılması).
Sürdürülebilir ve kültür temeline oturmuş gerçek demokrasi.
Sürdürülebilir ve insanlar için sağlıklı ürünler sunan bir tarım endüstrisi.
Sürdürülebilir uzun vadeli politika.
Yani kalitatif (kaliteli), ama mutlaka kantitatif (rakamsal) büyüme.
Ne için?
Geleceğin kültürlü, bilinçli, demokrasiyi sindirmiş sağlıklı kuşaklarının yaratılması ve onlara yaşamaya değer bir ülke bırakabilmek için. Mesele ezberi bozmak mıdır, bunu hep kendimle tartıştım. Aslında ezberi bozmak son derece önemli, ama ezberin yerine çalışılarak geliştirilebilecek düşünceler yaratmak çok daha önemli. Ezberi bozulan bir meclis ezberinin yerine ne koyacağını bilemediği sürece ezberi bozmanın getirisi ne olacak? İşte bu nedenle vazgeçmeyeceğiz, uzun soluklu yeni bir söylemi ve programı yaratmak için çalışacağız. Vazgeçmeyeceğiz, çünkü sen vazgeçsen, ben vazgeçsem, velakin biz vazgeçsek, nasıl çıkar yarınlar ampulün ışığından güneşin aydınlığına?