İnsan vücudunun belli dengeler üzerine kurulu olduğundan daha önce de bahsetmiştim. Bu sistemin merkezinde anlaşıldığı kadarıyla kan bulunmakta. İnsan aklen bir birey özelliği gösterebilse de, vücut dışarısıyla belli bir denge içerisinde yaşamak zorunda. Vücudu dış dünyaya bağlayan (bilinci bir tarafa koyarsanız) üç farklı ara yüz bulunmakta, bunlar deri, sindirim sistemi ve solunum sistemi. “Moderen” tıp deriyi bariyer, solunumu oksijen, sindirimi ise hammadde kaynağı olarak değerlendirmiş, ancak işleyişe bakıldığında bu kadar basite indirgemek mümkün görünmüyor. Bir kere sistem bir bütün ve birbiriyle ilişkili öğelerden oluşuyor. İkincisi, vücudun ara-yüzlerinin amacı savunma değil, adaptasyon (bu ikisi birbirinden tamamen farklı kavramlar), yaşamın sürdürülebilir olması bu adaptasyona bağlı. Ve üçüncüsü, adaptasyon işleminin önemli bir kısmı vücut tarafından değil, mikroorganizma florası tarafından gerçekleştiriliyor. Söz konusu floranın bir görevi vücuda zararlı olabilecek bakteri vb. hastalık yapabilecek mikroorganizmaların üremesini önlemek. Ancak bu yetersiz kalırsa vücudun bağışıklık (adaptasyon) sistemi görevi üstleniyor ve yabancı olanı vücuda tanıtıyor (bunlara antijen sunan hücreler deniyor, amaç savunmak değil, tanışmak).
Antibakteriyel sıvı sabunlara özellikle dikkat
Bu doğal bakteri örtüsü ciltte, sindirim ve üreme kanalında bakteri kolonileri olarak zaten mevcut, işte bunun korunması gerekiyor. Mikroorganizmaları “vücudumuzu her an işgal etmeye hazır düşmanlar” olarak gösteren endüstriyel mantık ürünlerinin pazara hakimiyetini bu “gözle görünmeyen düşman” mantığı üzerine kurmuş. Bir yandan gıda alanında sterilizasyona varan hijyen hedefliyor ve bunu ambalaja endeksliyor. Dahası mesele sosis, sucuk gibi ürünler olduğunda, “biz bağırsak kullanmadan hijyenik üretiyoruz” diyebiliyor. Oysa sucuğun üretimi fermantasyon üzerine kurulu, bakteri olmadan üretilemez, sucuk değildir. Öte yandan ise ev ortamında yine sterilizasyona varan aşırı bir hijyeni körüklüyor, bu da ister istemez ortamın doğal yaşam için gereken florasını ortadan kaldırıyor. Lakin bu aşırı hijyenin asla kabul edilemeyecek bir sonraki aşaması da var, o da “antibakteriyel” ürünlerin kullanılması. “Elinizdeki bakterilerin yüzde 99’unu yok eder” söylemiyle yola çıkan bu sabunların banyo amaçlı kullanılanları da bulunmakta, halbuki cilt bu, mutfak tezgahı değil. İşin en üzücü yanı, dernekler de buna “sponsorluk” karşılığında alet oluyor, “biz de destekliyoruz” diyebiliyor.
“Elim o kadar çok kaşınıyor ki uyuyamıyorum”
Oysa vücudun cilt ara-yüzü hastalık yapan bakterilere karşı zaten doğal bir baskılama özelliği gösteriyor. Antibakteriyel sabunlarla bu örtünün ortadan kaldırılması, dengeyi bozarak alerjik reaksiyonların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bir sabah karşılaştığım dolmuş sürücüsü arkadaşımız “hocam elim o kadar çok kaşınıyor ki uyuyamıyorum” dediğinde, heves edip eve antibakteriyel sıvı sabun aldığını öğreniyorsunuz. Kullanımı bıraktırınca kaşıntı da dört günde geçiyor. Nitekim ilişki son derece açık; bunu cilt hastalıkları uzmanları da açıkça ifade ediyor.
Endüstrinin yaşamımıza pompaladığı mikrop histerisinin gıda ve temizlik boyutunu birleştirdiğinizde ortaya “hijyen hipotezi” olarak adlandırılan çok daha ağır bir tablo çıkıyor (1). Bu tablonun özelliği hijyen konusunda çok aşırıya gidildiğinde ortaya çıkan alerjik bünyeli çocuklar. Dış dünya uyaranıyla hiç karşılaşmadığı için adaptasyon sistemi hep güdük kalan çocuk, bir gün evinin steril fanusundan dışarıya çıkmak zorunda kaldığında bünyesi de ister istemez coşuyor. Bunlar daha çok “çocuğunun oynadığı toprağı mikrop kaynağı olarak gören annelerin evlatları” mıdır bilinmez, ama sterilizasyona varan aşırı hijyen tutkusu tabloya mutlaka eşlik etmekte. Steril gıdaya duçar olan bu zihniyet, peynirin ambalajlısını, sosisin enzimle işlenmiş çakmasını tercih edince; bir de mutfakta, odada ve elbette banyoda kimyasalın hakkını verince; çocuğun adaptasyonunun gelişmesini nasıl beklersiniz? O yüzden buna “hijyen hipotezi” denmekte, astım dahil her şeye karşı alerjik reaksiyonlarla seyretmekte. Kanada başta, en gelişmiş, en arındırılmış ülkelerin “fıstık yiyince ölebilen” çocuklarının ortak sorunudur.
Kaynak: (1) Von mutiur E. Allergies, infections and the hygiene hypothesis – The epidemiological evidence. Immunobiology 2007; 212: 433-439.