Halk ve tercihleri konusunda bir fikir ileri sürmek isteyenler önce halk tanımlaması yapmak zorundadır. Çünkü içinde bulunulan koşullardan memnun olmayan herkes siyasi tercih açısından bir şekilde halkı suçlar. Çaycıya da sorsanız, taksiciyle de konuşsanız, sermaye sahibinin de görüşünü alsanız, bilinmeyen üçüncü şahıs halka giydirir. Bilinmeyen üçüncü şahıs halk diye bir tanım olamayacağına göre, bu giydirmenin bir tek açıklaması olur, kimse halk olmak istememektedir. Bunu aslında çevrenizde de gözlemlersiniz, toplumun önemli bir kesimi sınıf atlamaya çalışır, hedef sınıf da elitlerdir. Oysa aslında elit diye gerçek bir sınıf yoktur; bir zamanlar vardıysa da olsa olsa aristokratlardı, ‘iyi güç’ demektir. Bunlar bilgi açısından donanımlı, bilgiyi iyi amaçlar için kullanan ve aynı zamanda dünyanın da iyi olmasını isteyen ütopik bir sınıftır. Toplumda gerçekten saygın olanlar bunlar olmalıdır, ancak etrafınıza bakın bir, bu özelliklere sahip kaç kişi sayacaksınız? Anlaşılan kavram zaman içerisinde deforme olmuş, elite dönüşmüştür. Çünkü bilgi sahibi olmak çok ciddi emek istediğinden, kimsenin buna ayıracak zamanı yoktur, bir şekilde para ve / veya güç sahibi olarak öyle görünmek en kolayıdır. İşin ilginç yanı, bu şekil değiştirme isteğinin siyasi görüşle ilişkisi yoktur. Liberaller de, muhafazakarlar da elit olmak arzusundadır. Ancak birkaç kuşak öncesinden bu olanaklara sahip olan kesim bunları zaten kendi mekanında görmek istemez. Elit olmaya soyunanlar da aynı şeyi geldikleri sınıfta kalanlara yaparlar, onlarla bağlarını koparmak eğilimindedirler. Ne var ki şöyle bir sorun da vardır, herkes elit olduğunda, eşitlik gerçekleşeceğinden, işleri yapmak zorunda olan yeni bir sınıf yine doğmak zorundadır. Bu durum masallarda bile evin esas kızı olan Sinderella’nın Kül Kedisi’sine dönüştürülmesiyle karşılanır.
Halk dış görünüş olarak ayırt edilemez
Günümüzde ‘halk’ artık olunması istenen durumdan çıksa da, halk tanımına uyacak ve çoğunluğu oluşturacak birileri olmak zorundadır. Ben “toplumdaki başkalarını kendisi gibi olmasalar bile ‘diğerleri’ olarak tanımlamayan kesime halk adı verilir” yaklaşımının kendimce geçerli tanım olduğuna inanıyorum. Çünkü kendi dışındakileri ‘diğerleri’ olarak tanımlamayan kimse bir kere aynı coğrafyada yaşamanın gerekliliğini kabul etmiştir, dolayısıyla bir bayrak altında bulunur, aynı kaderi paylaşacağını da kabul eder. Bunlar savaş koşullarında bile, bir yerlere kaçıp sığınma arayışına girmez. Ancak ‘bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete’ ya da ‘el alemle gelen düğün bayramdır’ düşüncesi de hakim olduğundan, hızla harekete de geçmez. Olaylar karşısında doğrudan bir tavır takınmak yerine izleyip, ölçer; genellikle de rengini belli etmez. Dış görünüş olarak aslında ayırt edilemez, yani başörtülü de olabilir, ayağında sandalet askılı bluzla da takılabilir.
Halk samimiyeti büyük bir isabetle anlar
Genel bilgi düzeyi aslında çok yüksek değildir, ancak gerek coğrafyanın etkisi, gerekse bu özelliklerle yaşamanın getirdiği avantajla, karşısındakinin söylediğinin doğru olup olmadığını hisseder. Ama en önemlisi samimi olup olmadığını büyük bir isabetle anlar. Mevcut koşullar içinde değerlendirdiğinden, seçenekleri sınar, olası en iyiyi seçer. O yüzden aslında siyasiler tarafından kandırılamaz. Türkiye’nin bugünkü siyasi dağılımı da bunu doğrular, seçenek bulamayanlar en iyi seçeneği tercih eder ya da aileden gördüğünden şaşmaz.
Bu tavırlarıyla halk kedilere benzer. Önce gözünüze bakarlar, ona sesleniyorsanız, bu kez elinizi incelerler. Aslında ayrı dünyaların canlıları olduğunuzu çok iyi bilirler. Bir şey verirseniz gelirler, verdiğiniz bittiğinde giderler. Vermişseniz bir sonraki sefer verme olasılığınıza binaen yine gelirler. Her ikisi de nankörlük yapmazlar, çünkü birbirinize muhtaç olduklarının bilincindedirler. O nedenle gerçek halk kedileri sever, asla kovmaz, mutlaka kollar, mümkünse besler.