Sen bilmezsin, ben sana hep mecburdum. Bir akşam vakti aklıma düşmüştün ilk, bir erken yazdı sanırım. Koca köyde henüz üç evdik, akşam ışığına bakardım yatağımdan. Ne kadar geç olsa da saat onu bulmazdı çoğu kez, ben sönen ışığında sarı saçlarını okşardım. Senden çok sonra uyurdum, o zamanlar sadece elini tutmayı düşler dururdum. Sahilde sarı saçlarınla öyle uçuşurdun ilk tanıştığımızda. Neden böyle uçuştuğunu bir türlü anlamazdım, seni bana biçmiştim ya gıyabında, sanırım sen on sekiz, ben de olsam olsam on dört vardım.
Oysa yaz bitmeden çekip gittiniz, zaten bana hiç bakmamıştın, ben saklambaç oyunlarında seni hep arkama saklamıştım, ya da topun önüne geçmiştim ki, sen kalasın oyunda. Bir sonraki yaz en yakın arkadaşımla birlikte olduğunuzda sonunda, üzülmüş, seni Nilgün’ün dudaklarında aramıştım. Aramıştım da yumuşak ve ıslak, ben seni zaten hiç tatmamıştım. Üç gecelik bir bank flörtüydü, sonra dudakların onunla Eskişehir’e döndü, “seni hala unutamamış dediler yıllar sonra”, üç günlük yaz aşkı ne kadar unutulmazsa, ben de senin dudaklarını unutamamıştım. Hatırlamıyorum o zamanlar esmer miydin, kumral mıydın, lakin ilk o yaz tutkuyla uyanır olmuştum, ben sana düpedüz mecburdum.
Bir sonraki buluşmamızda saçların kısa ve siyahtı, ismin bile değişmişti, seni karamsar bakışlarından tanımıştım. Sınıfta yanı başımda otururdun. Adın Ümit, annen doktor, baban veterinerdi. Bir gün gazete okurum diye derste beni dışarı attıklarında sen de benimle gelmiştin, önce Eminönü’ne yürümüştük birlikte, sonra bir vapur bizi Kavak’a sürüklemişti. Bir bankta oturmuş öyle konuşmuştuk bir süre, sırtın bana dönük “biz ne olacağız?” demiştin de, ben henüz elini bile tutmadan belini sarıvermiştim. Hiç unutamadığım, belin ne kadar narin ve inceydi. Oysa sen kaçıvermiştin birden yanımdan, bir daha elimi değmemiştim. Sonrası uzun ve uykusuz gecelerdi, asla kapına gelmemiştim. Belini hala hatırlarım, ince ve narin, bir de dudaklarındı aklımda kalan, sana mecburiyetimin beşinci yılıydı, yüzünü asla bilmiyordum ama ben sana yine mecburdum.
Üç yıl sonra birden Leyla olarak çıkıverdin karşıma, bu kez saçların kumraldı. Ben de biraz büyümüştüm, aklımda kalan belin ve dudakların, yüzünü ne kadar bilmesem de, bu kez o kadar sevdalıydın ki bana, düpedüz şaşırmıştım. “Akşam, güneş ve güller Bodrum insanı fena zehirler”, zehrin benim tutkumdu. “Evleneceğiz” diye geri gönderdiğimde, sevgin garip umudumdu. Ahizedeki sıcak sesin, ne kadar pürüzsüz olsa da, umudumla birlikte ben de çok çabuk tükendim. Tenime sürülmüştü bir kez zehir, ertesi yıl çaresiz hüznünle evlendim. Bu kez saçlarının rengini bile bilmiyordum, adın galiba Canan’dı. “Bakalım ne zaman ayrılacağız” diye dönerdim eve çoğu kez, nadiren gülerdik. Hep sen tehdit ederdin de, ben sinsice kinimi bilerdim. Tenini o zamandan bile hatırlamıyorum, ama o hüzün yok mu o hüzün, ben senin en çok hüznüne mecburdum.
Islak bir Beyoğlu akşamıydı bir sonraki karşılaşmamız. Dudakların tanıdık belin aşinaydı, seni yeniden keşfetmiştim, soğuk karlı bir geceydi yatakta ilk buluşmamız, tenini tenimde hissetmiştim. Bu kez Nermin’di sanırım adın, hayatımda son olması adına o kadın, tenimi yakmış doğramıştım. Bugünümden beş yıl önceydi, sonrası derin bir sessizlik ve yine o uzun mecburi sensizlik.
Sen kendine aşıktın oysa, sonu ne kadar feci de olsa, ben seni bir değil bin kere doğurmuştum, Ümit’te Leyla’yı, Leyla’da Nermin’i bulmuştum. Lakin yüzün hala bir sırdı ve aynada tutsak olarak kaldı. Bilirim bundandır, ne zaman uzun saçlı bir kadın görsem arkadan, adımlarım hızlanır, döner mutlaka yüzüne bakarım. Hiç anlamam, seni neden hala özler, ısrar eder ararım. Belini bilirim, tenini tanırım, dudağın hala sıcak. Bir de o derin hüznün, en aşina, lakin hiç görmediğim yüzün. Çaresiz ve zamansız maktulun olurum.
Böyle bir sevmek görülmemiştir ya, anlarım. Ben sana hala mecburum.
(Büyük ustanın anısına, böyle bir sevmek görülmemiştir)