Baba, sen de bilirsin, bizi “atıl kurt” diye yetiştirdiler; Orta Asyalardan gelmiş ceddimiz, Sakarya’lardan Dumlupınar’lardan geçmiş; Atamız cumhuriyet de kurmuş. Ama hayatın keyfini sürmesini bir türlü becerememiş, işte belki ben de bu yüzden çok sıkıldım. Nedir alıp veremediğimiz, metroysa metro, özgürlükse özgürlük, siyasetse siyaset, ibadetse ibadet. Velakin madem hendekse hendek, “neden fezlekeyse fezleke de olmasın” diye düşünmezler, hakikaten daraldım.
Oysa ben “aman sakın AK Parti’yi kapatmayın” diye Anayasa Mahkemesi’ne, hem de teker teker her bir üyesine mektup yazdığım günlerimi de bilirim. Onlara bir de Venedik Taciri’ninin filmini göndermiştim, birlikte izlesinler diye. “50 dirhem et, ne bir dirhem eksik, ne bir dirhem fazla”, nasıl gözle tartılamazsa; belki okudular belki okumadılar, yüzümüzü kara çıkarmadılar. Peki ne oldu baba, aynı Anayasa Mahkemesi devletin sır sanıp, ama herkesin bildiği hikayeyi gazeteden tefrika ettiler diye içeri alınan iki gazeteciyi de doğal olarak serbest bıraktı.
Bu mudur sorun, hayır sorun bu değil. Esas sorun, doksan küsur gün içeride kaldıkları günleri çalıştıkları gazeteden tefrika etmelerindeydi… “Yemekler çok yağlıydı” diyorlar; “personele de aynı yemek çıkıyormuş” üstelik (!). Ne bekliyorlardı, bizim yemekhanede, muhtemelen gazetelerinin yemekhanesinde de aynı yemek çıkıyor, haberleri bile yok. İşte ben bu zihniyetten bıktım baba, düzmece kanıtlarla orduyu beş yıl yatırdık da, şaka değil, seslerini bir kez bile çıkartmadılar. Çünkü emindiler, evlerinde bile böyle ihtimam görmediler.
Peki “ordu vesayetine son” diye bayrak açan cemaatten arkadaşlarımız, daha geçen haftalarda gazetelerine kayyum atandı da, özgürlükleri baki, neden saflarını bir kez daha dağıttılar? “Esad, Saddam ve Kaddafi dönemi gibi tek ses isteniyor” diye başlık atmışlar üstelik, onları da severim, ama ima yanlış olmuş, ne diyebilirim. “Kayyum 10 bin lira maaş alacak” demiş bir başka gazete, ne bekliyorlardı, bedava mı çalıştıracaktık?
Ben bu muhalefetten zaten bıktım baba, hem de çok fena sıkıldım. Tamam bir Erbakan, bir Demirel edemezler, ama bizim günahımız ne? “Yavru ile Katip” olsa en azından eğlenirdik, bunlar üstüne para versen izlenmezler. Eskiden TÜSİAD falan çıkar, bir açıklama yapardı, hani bilirdik aslında pek umurlarında olmadığını da, bir atışma olurdu, ortalık tatlanırdı.
Velhasıl TOBB Cemile Sultan Korusu’nda içki verilmesini de yasaklamış, zararlı alışkanlıklarla mücadele zemininde mi değerlendirmek gerekir bilemedim, çünkü sahte rakıdan zehirlenmek de var. Belki de pahalı gelmiştir, ha bak bu olabilir, nitekim biz de hesapladık, kişi başı fiyat en az on lira ucuzlar. Ama bu da gösterir ki, ekonominin sıkıntıda olduğu konusunda haklılar.
Nitekim bıktım baba, ben bu işten gerçekten bıktım. Hani gidivermek mümkün olsa da gitmem, görevim müsaade etmez. Ne var ki gençler öyle değiller. Hepsinin ortak amacı liseyi bitirince Amerika, Kanada, Almanya, velhasıl başka bir diyara kapak atmak. Ne hazin baba, kızamıyorum da onlara, galiba haklılar. Onlu yaşlarındalar onlar, “Vatan, Millet, Sakarya” hamuruyla yoğrulmadılar, “facebook” nesli desek yeridir. Biz kendimizden de geçeriz, ama gençlerden aynı şeyi nasıl bekleriz?
***
Artık halkın içine karışabildiğini pek sanmıyorum, bunları bu yüzden yazıyorum, hani okur da biri, belki iletir. Hürriyetse hürriyet, ama kim içeride, kim dışarıda; kim karşında, kim yanında, artık zaten belli değil ki baba.
Geçen hafta elli ikiyi devirdim, Beyoğlu’nda sobayla büyüdüm, rahata alışmayayım diye kışın evimi ısıtmam, dahası kediler var. Hayattan artık bir beklentim yok. Konuşma tarzım ondan kelli, senli benli, mazur görmeni beklerim. Ama kimsenin sana söyleyemediklerini söyleyecek kadar da samimiyim.
Naçizane değerlendirmem, “babacığım…” diyen sesteki o şefkat hala en büyük ödülündür, kıymetini çok iyi bilmeni isterim. Can Yücel misali, sanırım ben de hayatta en çok babamı sevdim.
Ama beri yandan da bil ki, ben kendimi bildim bileli halkta, deprem, darbe, işsizlik ya da devalüasyon, böyle bir bezginlik, böyle bir sıkılmışlık görmedim…
Not: Başlık aslında bir sevgili ağabeyimin, patronu olan çok sevdiğimiz bir diğerine yıllar önce söylediği, “baba ben senden bıktım artık” tiradından alınmıştır, aynı hikayeyi en az on kere anlattığı için bir daha unutulmuyor.