Bilimde anlam sapması nasıl olur?

Gerçek, hakikat ve doğru kavramları felsefede iyi irdelenmiş olsa da günlük yaşamda bu kadar net sınırlarla ayrılamaz. Alanımız tıp olduğu için buradan örneklerle devam edelim, tıpta gerçek ve kısmen hakikat olsa bile, tek bir doğru bulunmaz. Örneğin bir hastalık halinin tanısı neredeyse hiçbir zaman kesinlik içermez. Hekim hastanın halinin gerçekten bir hastalık olup olmadığını anlamak üzere çaba göstermelidir, işinde iyiyse ve deneyimi, yeterliyse bunu kolaylıkla yapar. Söz konusu vasıfların eksik olması halinde ise gerçek ve hakikat değişmeye başlar.

Mesela hastanın karın ağrısı olsun, bu da çölyak hastalığına bağlı olsun, bu seçenek akla gelmediğinde genel ultrason safra kesesinde taş saptarsa (olmaması şaşırtıcıdır) tanı safra kesesi iltihabına ve dolayısıyla kesenin ameliyatla alınmasına döner. Hasta bu süreci yaşar, ama sonrasında şikayetler geçmediğinde hayli meşakkatli birinci sürece rağmen arayışını sürdürmek zorunda kalır. O nedenle klinik anlamda gerçekten iyi hekimler yetiştirilmezse eldeki onca yüksek teknolojili sistemin sorunu çözmesi mümkün değildir, üstelik şikayetlerin bir kısmı da saptanan ve tedavi edildiği düşünülen ikinci duruma ait olabilir.

Aynı şey elbette tedavi seçeneklerinin hastayla uyumu açısından da geçerlidir. Diyelim ki hastanın tanısı gerçekten doğru, ama yaşı da doksan beş ve genel durumu ameliyata müsaade etmiyor, bu durumda tedavi artık safra kesesinin alınması olamaz, yapılabilecek en iyi şey becerilebiliyorsa lokal anestezi ile müdahaledir (cesaret ister), olmadı safra kesesine bir kanül takılarak iltihap dışarı boşaltılır. Tıp bu gibi örnekler nedeniyle gerçek, hakikat ve doğrunu n sürekli, devinim halinde olduğu bir alandır.  

Suyun akışını değiştiren durumlar

Ne var ki bu kavramların daha büyük sorunlara yol açtığı, daha doğrusu suyun akış yönünü değiştirerek onlarca yıl hüküm sürebileceği, beraberinde alanın gelişimini etkileyebileceği haller de bulunur. Bu haller özellikle kullanıma giren yeni bir ilacın ya da uygulamanın etki mekanizmasına ilişkin olanlardır. Çok uzağa gitmeyelim, kanserde kemoterapinin tarihi çok geri gitmez, İkinci Dünya Savaşı sırasında denenen gaz bombalarının kan değerlerini düşürdüğü anlaşılınca, savaşın hemen ertesinde bu kimyasallar ilaç olarak kullanıma girer. İlaç olarak kullanımı işe yaramaktadır, ama etki mekanizması bilinmez. DNA keşfedilip de araştırılması mümkün olduğunda bütün mekanizma DNA’ya bağlanır, böylelikle konuyu bir daha araştıran da kalmaz. Suyun akış yönünün değişmesinden kastımız budur. Benzer durum elbette radyasyonun tedavi amacıyla kullanılmasında da geçerlidir, ışın 1895’te keşfedilir, bir yıl içinde kullanılmaya başlanır. İlk etki teorisi “vuruş” (hit) olarak adlandırılır, ama ördek avı mantığına dayalı bu teorinin ördeği bilinmemektedir. DNA aynı şekilde bu alanı da etkiler, suyun akışını değiştirir.

İlk düğme yanlış iliklendiğinde

Gerçek, hakikat ve doğru bu noktada iç içe geçer. Bir kimyasalın tek etkisi olmayacağı gibi, ışın huzmesinin de onca şeyin içinden geçip sadece DNA’yı hedef alması son derece mantıksızdır. Lakin taşlar bir kere böyle döşenince süreç ilk düğmenin yanlış iliklenmesi örneğine döner. Bugün biri çıkıp da başka bir şey iddia etse bunun dinleyeni pek olmayacaktır. Tarih gerçek, hakikat ve doğruyu ne kadar saptırabilirse, bilimin tarihi de aynı başarıyla, üsteli kasıtsız, sadece şartların eseri olarak saptırabilir.

Bizim yapmak istediğimiz de budur, ilk düğmeyi doğru iliklemek için maalesef bütün düğmelerin çözülmesi zorunludur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir