Son birkaç yazının çağrıştırmış olduğunu dilediğim kavramların başında “farkındalık hali” gelmektedir. Bu çok kolay erişilebilen bir durum değildir. Zira insanın dünya algısı ona anlatılmış, öğretilmiş olanlarla kısıtlıdır, daha doğru ifadesiyle, tutukludur. Hatta algının kısıtlanması bilinçli yapılmaz, eski tanımların ve bakış açılarının dışına çıkılması neredeyse olanaksızdır. Bizim özellikle biyolojik bilimler ve tıp algımız da eski kabul edilmiş kavramlar merkezinde şekillenir. Tanımı ilk yapan doğru yaptıysa hala sorun oluşturmaz, Örneğin anatomi (canlının görünen yapısal özelliklerini tanımlayan bilim dalı) tamamen “betimleyici” özellik gösterir. Parmakların yerleşiminden, karaciğerin safra kanallarına ve elbette beyne kadar her türlü yapısal özellik çok detaylı betimlenmiş, yerleşimi sistematik ve topografik (diğer organlara göre konumu) olarak da tanımlanmıştır. Ne var ki tanımlamalar sistemin nasıl çalıştığına dair bilgi vermez, çalışma prensiplerini fizyoloji anlatır. Biraz derinlemesine bakarsanız bu da ilk araştıranların açıklamalarının ötesinde gerçekleşmez. Betimlemeler ya da açıklamalar silsilesini “bilim dalı” haline getiren, araştırılmalarının nispeten zor olması ve sistematik çalışmayı gerektirmesidir. Yani birileri gayret gösterip “sistematik” bilgi derlemişlerdir.
Mutlu Tönbekici’nin buluşu Newton’dan farklı değildir
Oysa işin esası sadece ve sadece “farkına varmak” durumudur. Bu “farkına varmak ayrıcalığının” daha önce örneklerini verdiğim ikisi, Newton’un yer çekimini ve Arşimet’in kaldırma kuvvetini fark etmesidir. Halbuki, Newton farkına vardığında yer çekimi, Arşimet kaldırma kuvvetini tanımladığında da gemiler çoktan vardır. Dolayısıyla öyle bir algı hali gerçekleşmiştir ki, “zaten var olan bir durum” fark edilmiştir. Nitekim bugün de bu tür fark edilmeyi bekleyen çok fazla durum yine vardır, alenen gözümüzün önünde gerçekleşmektedir, bütün mesele bunların aklı serbestleştirilerek farkına varılmasındadır. Benim beslenme kavramını okumaya başlamamın anahtarı da yine böyle bir farkına varma halidir. Vatan Gazetesi yazarı arkadaşımız Mutlu Tönbekici “yoğurdun bozulmadığını (ekşimediğini)” fark edip yazmıştır. Altını çizerek vurgulayayım, Tönbekici’nin yoğurdun ekşimediğini bulması, Newton’un yer çekiminin farkına varmasından farklı bir durum değildir. Çünkü aynı yoğurdu ben de dahil pek çok insan yiyor olmamıza, herkesin de bozulmadığını bilmesine karşılık bir kişi bunun farkına varabilmiştir, dolayısıyla Newton ve Tönbekici’nin algısı aslında aynı düzeydedir.
Açıklamalarımız kendi faydacı mantığımızın düz çıkarsamalarıdır
Aklın, öğretilmiş olanların tutsaklığından kurtularak açıklanmayı bekleyen başka durumların farkına varabilmesi, günlük telaş, koşuşturma ve çeldiricilerin arttığı günümüzde çok daha zordur. Daha kendimizi bilmeden kulağımıza fısıldanmış kabullenmeleri aşmak, aşsak bile bunları başkasına anlatmak ve en zoru (Newton ve Arşimet’in esas başardıkları budur) yeni paradigmayı oluşturabilmek, bilinçli ve sürekli bir arayışı gerektirir. Doğa bilimlerinin büyük kısıtlılığı işte bu noktada ortaya çıkar; zira incelediğiniz sistem içine doğmuş olduğumuz üzere, zaten vardır. Bu nedenle bizim açıklamada kullandığımız tanım ya da mekanizmalar yine “kendi gerçekleştirebildiklerimiz” çerçevesinde şekillenir. Mesela, kıyafetlerimizin kat kat olması (iç çamaşırından kazağa uzanan üst üstelik) canlının da aynı şekilde “giydirildiğini” düşündürür. Bütün bu kısıtlılıklara karşılık algı değişikliğinin en hoş yanı birden ve hatta kendiliğinden gerçekleşebilmesidir. Hele hele herkesi ilgilendiren bir alanda gerçekleşen algı değişiklikleri toplumda çok çabuk karşılılık bulur. “Aaaa, hakikaten de öyleymiş” nidası yankılanmaya son derece meyillidir.
Yazıyı aşırı teorik tutmamak adına, bilimin rotasını değiştirebilecek, asla yanıtlanmamış, yanıtları sadece kabullenmelerle sürdürülen birkaç örneği paylaşalım (parantez içinde yer alanlar kabullenilmiş açıklamalarımızdır). Bunların birinin yanıtlanması bile algıyı olasılıkla toptan değiştirebilecek bilgiler silsilesinin salınmasını ya da yerlerine yerleşmelerini sağlayabilir:
Ağrıların gece şiddetlenmesi, etraf uyaranın azalmasına mı bağlıdır, yoksa bilmediğimiz bir gün-gece faktörü mü söz konusudur? (Bütün dertler beni bekler, yatağımın başucunda)
Kuşlar uçar mı yüzer mi? (Uçar)
Kediler neden yalanır? (Temiz oldukları için)
Kutup tilkilerinin kışın ek tüy tabakası oluşturmaları havanın soğumasının mı, yoksa tüyün büyümesinin o koşullarda uyarılmasının mı bir sonucudur? (Daha sıcak tutmaktadır)
Sözün özü, açıklamalarımız çoğu önceki kabullenmelerimizin ve faydacı mantığımızın düz çıkarsamalarıdır.