Bilimsel gelişmenin “merak” zemininde şekillenen doğal dürtüsü, uygun ortamı bulduğunda aslında fazlasıyla üretkendir. Bu durumun farkında olan Ar-Ge zeminli ticari kuruluşlar yatırımlarını “cluster” (demet) olarak adlandırdıkları ortamlarda yapmak eğilimlerindedir, bunlara “teknopark”, sadece üretim yapan bölgelerine ise organize sanayi bölgesi denir (Silikon Vadisi de benzer özellikler gösterir).
Ar-Ge faaliyeti uygulama biçimi olarak bir bütündür ve hatta günlük yaşamdan bile yalıtılmıştır. Bizim yetiştirilmemize ciddi katkısı bulunmuş ilaç endüstrisinden örnek verelim, ilaç Ar-Ge plantasyonları özellikle küçük bir kasaba zemininde büyük şehrin dışında kurulur. Örneğin ABD ilaç devi Pfizer’in Groton Ar-Ge yerleşkesine baktığınızda, New York’un kuzeyinde kalan bu yerleşkenin nüfusunun büyük bir kısmı aslında Ar-Ge departmanı çalışanlarından oluşur. Bilimsel araştırmada çalışanlar dünyanın en iyileri de olsalar çok büyük bir ücret almazlar, “amaçlarına erişmek” esastır, zira bilimsel araştırmanın hedefi para kazanmak değil, “merakını gidermektir”. Çalışanlar içerisinde olağanüstü performans gösterenler ayrıca pirimle ödüllendirilir, ama maaşlar dört-beş bin doları geçmeyecek şekilde standarttır. Burada çalışan ve her biri kendi alanında dünyadaki “on” kişiden biri olan araştırmacıların esas beklentisi meraklarını gidermek, başarılarını ve adlarını mümkünse tarihe kazımaktır (mesela Nobel).
Aslında daha çok para kazanmak mümkündür, ama araştırma özgürlük gerektirir
Piyasa şartlarında her biri çok daha büyük paralar kazanabilecek bu seçilmiş insanların neden “yeterli ama sınırlı” koşullarda yaşamak ve araştırmayı seçtikleri kolay anlaşılabilir bir durum değildir. Bunların büyük bir kısmının, standart üretim yapan bir tesiste mesela kalite kontrolörü olarak daha büyük paralar almaları olanaklıdır. Oysa bunlar “Mars mission” gibi gerçekleştirilmesi çok zor bir durumu seve seve kabul ederler. Bu durumun bir açıklaması idealizm ve gönüllülüktür. O halde yine aynı noktaya geliyoruz; (1) merak başlı başına bir dürtü, yaşam felsefesidir, (2) uygun ortamda köklenir, (3) para kazanmakla ters, “onurlanmakla” doğrusal ilişki gösterir, yani kapitalist mantıkla “yaşamının harcanıyor olmasını” dikkate almaz. Gözlemlerimizden ekleyelim; kaliteli yaşamayı ister, ama “olmazsa olmaz” kural değildir. Düşünce özgürlüğüne getirilecek kısıtlamalara (siyaset dahil) kesinlikle karşıdır, ama ilgilenmeyebilir, dolayısıyla son derece olanaklı koşullardan çıkıp araştırmaya ve öğretmeye gönül vermiş de olabilir.
Yaratıcılık özellikle sınırlandırılmış koşullarda artar
Şimdi biraz tartışmalı ve anlatması zor bölüme geliyoruz, “dünya devi olan Ar-Ge temelli şirketler, üretmek açısından komünist, satış ve pazarlama açısından kapitalist olmak zorundadır”. Peki neden böyledir, çünkü Ar-Ge faaliyeti özellikle sınırlandırılmış koşullarda yeşerir, ama çıktıları olağanüstü piyasa karşılığı bulur. Yanıtı olasılıkla Nikola Tesla’nın Amerika görüşünde gizlidir. Tesla Amerika’ya vardığında ortamı kültürsüz ve dolayısıyla çekilmez olarak tanımlar. Çok değil bir on yıl geçtiğinde (ki patent vb. yükümlüklerle cebelleşmektedir), yeni fikirlerin neden burada gelişmekte olduğunun ayırtına gitmiştir. Burası Yeni Dünya, yeni fikirlere açık olan, ama onları kendi düzeni içerisinde ve sermayenin himayesinde (patent) koruyup geliştirebilen bir yerdir. Bu durum ister istemez yeni fikirler için mümbit toprakları oluşturur, yaratıcılık hızla ödüllendirilip Amerikan Rüyası’na dönüşebilir.
Özetle, bilimsel gelişmenin kırmızı çizgisi meraka izin verilmeyen durum, yani tutuculuktur.