Canlının biyolojik gelişimi için ileri sürülen “rekapitülasyon” kavramı, bir canlının cenin halindeki gelişiminin o canlının yumurta içinde gelişirken “akraba” sayılan diğer canlılardaki aşamaları da geçtiğini kabul eder. Dolayısıyla görünüş olarak embriyo gelişimi sırasında, soyun geçmişinin geçtiği aşamaları takip eder görünmektedir. Dolayısıyla gözlem bir yerde evrim teorisi için de bir kanıt özelliği taşımaktadır. Farklı türlerin sonrasında neye dönüşeceği bu nedenle embriyo gelişiminin ilk aşamalarında anlaşılamamaktadır. Ne var ki bu model aslında bir miktar da kaderci bir duruma işaret eder, yani embriyo kaderinin dışına çıkamaz, gelişimin ne yöne doğru olacağı daha başlangıcında belirlenmiştir.
Ne var ki rekapitülasyon mantığı sadece biyolojik gelişim açısından irdelenmiştir. Sorun, bunun kişilik açısından da geçerli olup olmadığındadır. Psikiyatri alanında çalışmış olan Carl Gustav Jung da aslında kişilik gelişimi için (biyolojik karşılığından bağımsız, ama benzer olarak) bir açıklama getirir. Jung’a göre toplumda özellikle mitolojide karşılaşılanlara benzer temel kişilik tipleri (arketip) vardır, bunlara arketip der. Ancak Jung (aynen rekapitülasyon gibi) kişinin bunları bilerek doğduğunu söyler; “arketipler kişi doğduğunda zaten bilinmektedir, biz bunları bilerek doğmuşuzdur, karşılaştığımızda da tanıştığımızın ayırtına gider ve hemen uyum sağlarız”. “Mesela bebek anne kavramını bilerek doğar” der, “görür görmez de tanır”. Aslında olan biteni irdelediğinizde bu yaklaşım son derece mantıklı görünmektedir. Dolayısıyla bebeğin de ileride bir kişilik tipine, daha doğrusu arketipe dönüşmesi gerektiği düşüncesi ortaya çıkar. Jung’un arketiplerin varlığı düşüncesi doğruysa, aslında masal karakterleri de var olmalıdır. Masallar belki bu yüzden hiç unutulmaz, karakterlerin de bir karşılığı olduğundan bir kez anlatılsalar bile kolaylıkla benimsenir görünmektedir. Zira çocuk ya da erişkin karşılığı olmayan, bilinmeyen figürler üzerine kurulu bir masalı aslında dinleyememelidir. Bunun en üç örneği Tolkien’in romanları (Yüzüklerin Efendisi) bile olsa, orada da kötülük, iyilik gibi arketipik kavramlar zaten var.
Televizyon dizileri neden seyredilir?
Bu durumda insanın da erişkinliğe ulaşırken arketiplerden birini doldurmak durumunda olduğu mantıksız görünmez. Yani prensesin içini doldurmaya çalışanlar, kahyaya dönüşenler, büyücüyü gerçekleştirmeye çalışanlar gibi bir mantık ortaya çıkar. Anneliğin içini doldurmak biraz daha farklı olsa da, babalığın içini doldurmakta (hormonal etki bulunmadığından) zorlanılacaktır. Bu türden kaç arketip sayılabileceği açık değildir. Kaç ana figür, kaç yardımcı oyuncu karakteri var olmalıdır? Ama dizilere bakarsanız bunlar da zaten bellidir, hatta bir ihtimal diziler de bu nedenle seyredilir, senaryoları bu şekilde biçimlenir. Herkesin iyi olduğu bir dizi iş yapmaz, bu durumda senaryoya mücadele edilmesi gereken doğal etkenleri (kar, soğuk, yangın vb.) katmanız gerekir (Küçük Ev örneği). Herkesin kötülük peşinde olduğu diziyi de çekici kılan buna karşı duran birilerinin varlığıdır, bundan genellikle bir özgürlük mücadelesi hikayesi çıkar (Kökler ya da Köle Isaura), anlatanlar da Dadaloğlu benzeri bir ozana dönüşürler. Bu bakış açısı elbette beri yandan hüzün vericidir, zira koşullar değişse de, aynen iyinin kötüyle mücadelesi gibi, oynananın senaryonun değişmediği sonucu çıkar. Zaman zaman ana akımlarda bir gel git olur, yani biri üstünlük kazanır, ne var ki figürler hep aynıdır. Medya bile olasılıkla bu figürlerin bilinçli ya da bilinçsiz farkındadır. Örneğin açık oturumlardaki tartışma takımı kurulurken oluşturulan seçeneklerin bu düşüncenin eseri olduğu açıktır. Herkesin aynı telden çaldığı bir programı da kimse seyretmez, halk da her zaman “arena” arketipine daha yakındır. Gladyatör ya da tartışmacı olmaları fark etmez, aynen sokak kavgalarında olduğu gibi, çatışan adamları uzaktan seyretmek ve artık twitter üzerinden olsa da, çığlık atmak eğilimindedir.
Arketipal rekapitülasyon
Çocuklara ilerde ne olmak istiyorsun diye sorulduğunda bir meslek adı sayabilirler, ama ilerde o mesleğe sahip olanların, mesleğin gerekliliklerini yerine getirip getiremeyecekleri tartışmalıdır. Oysa söz konusu sorunun “karakter” versiyonu yoktur, yani kimse kimseye “ileride iyi bir insan mı olmak istiyorsun” diye sormaz. Eh, beri yandan seçilebilecek meslekler ya da varılabilecek pozisyonlar kısıtlıdır, herkes müdür olamaz, bir tek müdür konumu vardır. O halde hayatını müdür konumu için kurgulamış biri, olamazsa ne yapacaktır? Olasılıkla diğer seçeneklerden birine erişmeye çalışır, madem müdür olamadık, çaycı olalım bari demese de, yakın seçeneklerden birine yönlenir. Çoğu kişi de o pozisyona yaklaşamadan emeklilik yaşına erişir.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız sosyal rekapitülasyona göre bir toplumda mitolojik karakterler ve özellikleri (köle, kral/kraliçe, hırslı, şakacı vb.) her zaman belli bir oranda var olacaktır. Bireyi büyürken karakterin içini doldurmaya çalışır, köle ya da kral fark etmez, başarılı olursa kendini gerçekleştirir. Buna Haeckel’e atfen “arketipal rekapitülasyon” denmesi çok uygun görünmektedir. Sorun beklenen arketipin doldurulamaması durumunda ne olacağı, kişinin karşılıksız kalan emellerini nasıl içine sindireceğindedir. Bunu yapamazsa olasılıkla bir dejenerasyon durumu ortaya çıkar. Peki aklınızda kurguladığınız süreç işlemez, ama her şeye rağmen siz hala iyi niyetle uğraşıyorsanız nereye varırsınız? Bir kişi beklediği geleceği elde edememesine karşılık, iyi niyetle ısrarını ve çalışmasını sürdürürse ne olur? İçi doldurulamayan bir arketip bu durumda ne gibi bir süreci tetikler? Bu sorunun cevabı çok zor olsa da vardır. Kişi amacına ulaşamamasına karşılık iyi niyetle çalışmaya devam ederse, işte bu kez olasılıkla yeni bir arketipin gelişimiyle sonuçlanır.