Geçen hafta değindiğimiz Ponzi sistemi bir şekilde “güven” duyularak başlar, ilk katılımların meyvesini verince başkaları tarafından benimsenir ve kartopu etkisiyle büyür. Biz sistemi bir dolandırıcılık yöntemi olarak kabul etsek de aslında Ponzi hayatın bütününde uygulama alanı bulur. Birkaç örnek; “evlenmek vaadiyle ikna etmek, terfi vaadiyle kendi özel işlerini yaptırmak, ödül vaadiyle yemek yemeye ikna etmek…”; aklınıza vaat üzerinden beklenti oluşturacak ne geliyorsa aslında Ponzi yaklaşımının örnekleridir. Arada bir tek fark vardır, gerçek dolandırıcılık olayında kişi paradan para kazanmak hayaliyle ileri derecede mantıksız davranırken, günlük yaşam Ponzilerinde vaat karşılığında koyulması gereken peyler küçüktür.
Ne var ki Pozni en büyük uygulama alanını siyasette bulur, oy verecek olanları cezbedecek şey vaatlerdir. Bu vaatlerin büyük bir kısmı gerçekleşmez ya da gerçekleşse bile önemini yitirir. Mesela seçmen maaş artışındaki orana inanarak oy verebilir, ancak enflasyondaki aşırı yükselme zammı siler götürür. Siyasi Ponzilerin karşılığı bu nedenle aslında yoktur, oy vermesi beklenenler umutla avutulur, “her şey çok güzel olacak” tadında sloganlarla Ponzi köpürtülür, sonraki seçimde eski vaatleri hatırlayan kalmadığından Ponzi işlemeye devam eder.
Yakın zaman siyaset Ponzileri
Aşağıda size yakın zamanda vaat olarak sunulmuş, hepsi de ilgili partilerin kendi web sayfalarından alınmış vaatleri aktarmak istiyoruz. Sene 1983, içine kapalı ve devletçiliğin hâkim olduğu bir ekonomik sistem yerine, dışa açık ve dünya ekonomisi ile entegre olabilecek bir sisteme geçilir. Serbest piyasa ekonomisi oluşur, ama gerçek serbest piyasa hiçbir zaman yerleşmez. Türk lirası artık dövizle rahatça değiştirilmektedir (döviz büroları), ancak alacak güç yoktur. Altyapı ve enerji eksikliği o zaman göre giderilir, ama fiyatları çok yüksektir. Telekomünikasyonda cep telefonu dönemi başlar, ama artık kimse birbiriyle konuşmamakta, sadece seyretmektedir. Yeni yapılan hava ve deniz limanları sonraki yönetimlerce ya özelleştirilir ya da “biz yaptık” şeklinde pazarlanır. Turizmde Batı standartlarında tesisler turist gelirse işler, ihracat beş kat artar, ama ithalat onu geçer. Şehirleşme ve konut meselelerinde çok önemli mesafeler kat edilir, ama fiyatları uçar. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası kurulur (aslında yüz yıl önce de vardır Bankalar Caddesi’nde), ama şirketlerin bütününün değeri çok bir şey etmez. Türkiye bu çabalarla gerçekten kısa bir süreliğine çevresindeki bütün ülkelerden öne geçer, ama orada tutunamaz. İfadeye göre “300 senelik ezikliğimiz ortadan kalkmıştır”, ama varılan noktada vize almak çok zorlaşmıştır.
“Her şey çok güzel olacak” Ponzisi
Daha yakın dönemli tek parti iktidarı da, “her şey çok güzel olacak” muhalefeti de aynı yöntemi kullanmaya devam eder. Bu kez süre Cumhuriyet’in beşte birini aşmaktadır, ulaşımdan sağlığa, eğitimden enerjiye, teknolojiden turizme, sayısız proje hayata geçirilir. Önceki uzun süreli iktidarın bıraktığı itibar olumludur, yabancı yatırım gelir, gelen paranın neredeyse bütünü betona gömüldüğünden emlak piyasası dışında geri dönüşü olmaz (ifade aynen bir bankacıya aittir).
Ancak bu kez yapılan hizmetlerin öncekinden farklı bir özelliği vardır, geleceği ipotek altına alan yatırımlardır. Geçilmeyen otoyollara, alanlara para ödenmesi, yapılan şehir hastanelerine “hasta garantisi” verilmesi en sık duyduklarımızdır. “Mega projeler” olarak adlandırılan bu seçenekler iktidara / belediyeye Ponzi şansı sunar, ileriye dönük ödeme garantisi sayesinde gerçekleştirilir, bizim koyduğumuz ise oylarımızdır; çünkü zaten seçenek yoktur. “Aya sert iniş” gülümsemeyle karşılansa bile, TOGG ve savunma yatırımları gerçektir.
O halde sorun seçenek olması beklenenlerin değil becerileri, bir Ponzi çıkarmaktan bile aciz olmalarında kilitlenir.