“Bir yaz gecesi kabusu” karabasana dönüşür mü? (Uzun geceye atfen uzun bir yazı)

15 Temmuz’u 16’ya bağlayan sabah, tarihimize emsali olmayan bir kilometre taşı olarak yerleşti. İzahı şimdilik mümkün olmayan, ama 181 kişinin kaybıyla sonuçlanan, yani “devletin bekasının yeniden tesis edilmesine binaen (!)” kan dökmekten kaçınmayan girişim iyileşmesi güç bir yara açtı. Girişimin arka planının ne olduğunu soruşturma aşaması gösterecek. Adına darbe girişimi ya da kalkışma, ne derseniz deyin, bütünüyle saçmaydı, kolaylıkla da bastırıldı.

Ancak, ne kadar “destan yazdık” denirse densin, televizyon ekranlarından naklen yansıyan ve benim “halkın demokrasiyi sahiplenmesi” şeklinde basite indirgeyemediğim davranış biçimi, ülkenin geleceği açısından çok iyi değerlendirilmek zorundadır. Neden:

(1) Ortadan nereden çıktığı belli olmayan, bütünüyle saçma bir girişim mevcuttur (trafikte ilerleyen tanklar ve içinden çıkan askerler okuldan kaçıp lunaparka giden çocuklardan farklı görünmemektedir).

(2) İş burada kalmamış, kalkışma / diklenme, düz bir terör / terorize etme biçimine dönüşmüştür (girişim kontrolü stratejik mantıkla ele geçirmeyi amaçlar görünmemektedir, doğrudan Meclis, Saray, MİT, Emniyet, Özel Harekat vb. kurumlara ve daha beteri halka ağır silahlarla saldırılmıştır).

(3) “Koşun, demokrasiyi koruyun” çağrısıyla sokağa dökülen siviller arada kalmış, yaralanmış, hayatını kaybetmiş, yani bir yerde paravan niyetine kullanılmış, beri yandan emniyet güçlerinin işini de zorlaştırmıştır (sergilenen tablo iç savaşı çağrıştırmaktadır).

(4) Halkın bir kesiminin meydanlara koşmasını demokrasinin korunması refleksi olarak değerlendirmek fazla iyimserliktir, bu aslında “sala” ile ifade bulan cihat çağrısına yanıttır. Çağrıya katılanların azımsanamayacak bir kısmı darbe girişimcilerini “demokrasi karşıtı” olarak değil, amiyane ifadeyle “laikçi gavur” olarak algılamaktadır, dolayısıyla tepkinin sedası tekbir olmuştur.

Demokrasi tutkusu başka, “galeyan” başka kavramlardır

Oysa demokrasiyi savunmak ayrı bir kavramdır, bunun cihatla bir alakası yoktur. Halkın, yaşadığı ülkenin demokratik yönetim biçimine sahip çıkması ayakta alkışlanır, ama kendi ordusunun kontrolden çıkmış meczuplarını hangi nedenle olursa olsun linç etmeye kalkışması demokrasi tutkusuyla açıklanamaz.

Toplumun bir kesimi uygun zeminde “galeyana gelmeye” fazlasıyla hazır olduğunu bir kez daha göstermiştir (aynı şey Gezi’de de yaşanmıştır). Nitekim “akşamları meydanlarda kalmaya devam edeceksiniz” sözlerine verilen karşılık, arabaları bayraklarla donatıp, Mehter Marşı’nı sonuna kadar açıp turlamak olmuştur (Gezi’de de “Çav bella” söylenmiştir). “Galeyan” tam da budur, görevini kötüye kullanarak darbe yapmaya çalışmış ordu meczupları da aynı bayrağa tabidir, ortada kazanılmış bir savaş yoktur. Bu sözlerimi lütfen hafife almayın, 6-7 Eylül olayları tam böyle bir ruh haliyle zemin bulmuştur (Topçu Kışlası artık Gezi’den çok daha fazlasıdır).

yks_18.7.2016 091823

Lakin daha ağırı paylaşılan mesajlarla sergilenmiştir. Bir spor takımının yöneticisi “tutuklanan askerlerin eşleri ve kızlarının savaş ganimeti olarak kabul edilebileceğini” söylerken, galeyanın ruh halini çok iyi yansıtmaktadır. Benzer örnek bir valinin tutuklanmış askerlere çektiği azarın medya aracılığıyla yansıtılması için de geçerlidir. Vali söylediklerinde sonuna kadar haklıdır, ama bu videoya çekilip yayınlanamaz, habercilikle alakası yoktur (11 Eylül sorası konan yayın yasağının nedeni budur).

Darbe girişiminde bulunmak başlı başına hukuksuzdur (buradaki ikileme değinmeyeceğim), ama yakalanmış olanların cezasının galeyana gelmiş topluluk tarafından verilmeye çalışılması da aynı şekilde hukuksuzdur, sadece demokrasinin kuvvetler ayrılığı ilkesiyle değil, adaletin tecellisiyle de bağdaşmaz. Demokrasi (inanırsınız ya da inanmazsınız) farklı görüşlerin parlamentoda nispi temsiliyle barış içinde yaşanmasıdır. Darbe denemesi ve sonrasında yaşanan galeyan tablosu böyle bir barış ortamına ne kadar yakınsa, Türkiye de o kadar demokratiktir.

“Denemenin” bile verdiği zarar zor telafi edilir, marş söyleyerek çıkılamaz

“Bir yaz gecesi kabusu” biçiminde yaşanan olayların travma etkisinden çıkılması kolay olmayacaktır. Biz içerinden ne kadar “emniyet ve halkın desteği darbeyi bastırdı” biçiminde algılasak da, dışarıdaki yansıma “başarısız darbe girişimi” olacak; görüntüler oradaki bilgisiz çoğunlukta zaten var olan olumsuz algıyı pekiştirecektir. Buna getirilen tekbirleri de eklerseniz, bir Ortadoğu görüntüsü biçimlenir; turizm, ekonomi, piyasa vb. sonuçları da tüy diker.

Ordu meczuplarının bu hezeyanında esas zarar gören “ordu kavramı” olmuştur, sergilenen tablo başından sonuna görevi kötüye kullanma, vatana ihanet ve itibarsızlık öyküsüdür. İstediğiniz kadar “peygamber ocağı” deyin ya da darbeye girişmiş olanları vatana ihanetle suçlayın, Sikorskylerden açılan ateş aslında tanıdık bir tablodur, ister istemez “vatan savunması niyetine” anlatılanları da sorgulatır. İşin en acıklı yanı ise, toplumun diğer kutbunun (böyle bir kutup vardır) “hiçbir şey olmamış” gibi davranabilmesidir (onlar “Çav bella” ile mi hüzünlenmektedir?).

Velhasıl tamamen mesnetsiz darbe girişimi kolaylıkla bastırılsa bile, aslında iç kutuplaşmayı güçlendirmiş, demokrasiyle alakası olmayan duyguları açığa çıkartmış, birbirine karşı duyulan kuşkuyu derinleştirmiştir. Dolayısıyla bu durumu hazırlayan siyasi ya da mülki erkan verilen zarardan kendini muaf tutamaz, olayın bütün sorumluluğunu bir kişiye yıkamaz, “halk destan yazdı” deyip marşlar söyleyerek sıyrılamaz.

Türkiye’de zaten darbe yapılamaz

Ordunun darbe yapmaya hakkı yoktur, ama bu olayda olduğu üzere, kontrolde tutamayacağı gücü vardır. Güç hakkı darp edebilir, buna o yüzden “darbe” adı verilir. Güç sahibi kimse bundan gurur duymayacak ve sergilemek ihtiyacı hissetmeyecek kadar iyi bir eğitim almışsa, gücünü kanun sınırlarında ifa ve ifade eder, sorun yoktur. Ancak insanlar yapısı gereği gururun esiridir. Milli bayramlardaki törenler, tatbikatlar vb. (aynen gerçek kurban ritüelinde olduğu üzere), bu gururun terbiye edilmesi için gereklidir (marifet iltifata tabidir). Sakin ve kendini bilir düşündükleriniz bile, “makam ve başkası için karar verme hakkı” tanındığında şimşekler çıkartmaya başlar. Şimşek makamın etkisiyle çakar, makam zorunluluk olduğuna göre mevcudu tavsiye ederek kurtulamazsınız, çok munis birini koyarsanız bu kez de makamın gücünü zayıflatırsınız.

Ve elbette sözüm ona darbenin TRT1 spikerine zorla okutturulan bir paragraflık bildirgesi… Darbe yapılan bir ülke, uluslararası hukuktan dışlanacağı için ambargoyu göze almak durumundadır. Günümüz koşullarında Türkiye’de darbe yapılması bu nedenle imkansızdır, üretim hiçbir alanda kendi kaynaklarına dayanmamaktadır. Nitekim darbe girişimcileri bile “NATO vb. yükümlülüklerde değişiklik olmadığını” o bir paragrafta vurgulamak zorunda kalmışlardır. Türkiye ekonomi, teknoloji ve üretim açısından zaten vesayetsiz darbe yapılamayacak kadar bağımlıdır.

Notlar:

  • Uzun bir yazı oldu, ama daha kısasını beceremedim.
  • İki gün sonra yazılmış bir yazı oldu, daha temkinli bir analiz.
  • Eleştiri getirecekler özellikle detaylı yazmalılar, sitede aynen paylaşılacaktır.
  • Olaylar espri kaldırmayacak kadar vahimdir, ama zaman geçip de en azından kara mizah aşamasına geldiğinde bir de bu gözle bakmak gerilimi azaltabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir