Farkında mısınız, bir millet, bir kurum, hatta bir aile olarak birbirimizle giderek daha az konuşmaya başladık. Üstelik konuşmamakla kalmıyoruz, birbirimizi dinlemiyoruz, dinlesek de anlamak istemiyoruz. Bütün bunların hepsi topyekun sağlıksızlıktır. Zira birbirini dinlemeyen insanların yarattıkları ilk şey vesvesedir. Dinlemek yerine fısıltıları anlamaya çalışırlar, fısıltılar da yanlış anlaşılmakla kalmaz, kişi nasıl istiyorsa öyle anlaşılır. Bunun en iyi örneklerinden birini geçtiğimiz günlerde Tam Gün Yasası, doktorlar ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) zemininde yaşadık.
Eminiz Tam Gün Yasası’nı bilmeyeniniz kalmamıştır. Meclis’ten geçer ya da geçmez, önemli değil, doktorlar ve diş hekimlerinden ya bulundukları kurumlarda tam gün çalışmaları ya da ayrılıp sadece muayenehanelerinde çalışmaları istendi. TTB başta olmak üzere, hekimlerin çoğu bu yasa tasarısına başta destek verdiler. Zira mezun olurken ettikleri “Hekimlik (Hipokrat) Yemini” zaten bunu gerektirmekteydi. Ancak durumun öyle olmadığı, yasa tasarısının aslının öğrenilmesiyle ortaya çıktı. Tasarı hekimlere ayrılsalar bile muayenehaneleri dışında çalışamayacaklarını, yani takip ettikleri hastaların ameliyatlarına giremeyeceklerini, hamilelerin doğumlarını yapamayacaklarını, aşı bile yapamayacaklarını söylüyordu. Doktorlar derdini topluma anlatmakta bütün söylediklerimize rağmen etkisiz kaldı. Uzmanlık Dernekleri Platformu bu konuda bizim de katıldığımız iki basın toplantısı düzenledi, ikincisine TTB Genel Sekreteri de katıldı. Birincisi 27 Şubat 2008 tarihinde İstanbul Hilton Oteli’nde, ikincisi ise 19 Mayıs 2008 tarihinde Ulusal Jinekoloji Kongresi kapsamında gerçekleştirildi. Platform ve TTB medyadan konunun halka anlatılması için destek olmasını istedi.
Doktorlar konuşmazsa, medya ne yapsın?
Medya elbette gereken desteği verdi, ama doktorlar sorunun anlatılmasının medyanın değil, kendilerinin sorumlulukları dahilinde olduğunu görmezden geldiler. Oysa mantık son derece açıktı, bugün içinde Türkiye’de 25 bin muayenehane vardı, bunlarda günde ortalama beş hasta bakılsa, on günde bir milyon 250 bin kişiye, yakınlarını da hesaba katarsanız en az iki milyon insana bire bir ulaşılması mümkündü. Böylelikle konunun önemi birinci ağızdan açıklanmış olacak, insanlar konuşup dinlediklerinde, sorun, sorun olmaktan çıkacaktı.
TTB bunun yerine bugünlerde pek moda olduğu üzere, “sembol” kullanmaya heves edip, etki sağlayacağını zannettiği kolay yolu seçti. “Referandum” yapıp doktorlara fikirlerini soracağını belirtti. Buraya kadar bile sorun yoktu, ta ki seçmen listesi ve imza sirküleri olmayan seçim sandıkları hastanelere gönderilene kadar. Kimin oy attığı belli değil, temsil gücü sandık sorumlularının iyi niyetine ve dürüstlüğüne bırakılmış bir oylama sistemi ki, tamamen geçersiz, anlamsız, kısacası saçma. Biz sandık sorumluları, uygulama konusunda “zincirin bozulmaması adına” denileni yaptık, sandıkları gerekirse dolaştırdık. Ardından atılan oyları “evet-hayır” anlamında saydık, bildirdik. Listesiz oylamadan sonuç çıkmayacağını bile bile, TTB istiyor diye bunu yaptık.
İstanbul Tabip Odası’nı ve TTB’yi doktorlardan özür dilemeye davet ediyoruz
“Sonuç 21 Haziran cumartesi saat 12.30’da İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Lisesi’nin önünde açıklanacak” dediler, gittik. Ama sadece merakımızdan, bakalım ne açıklayacaklar diye. İki otobüs polis korumasının tahsis edildiği meydanda, yaklaşık 25 kişiden oluşan TTB korteji, “parasız sağlık” falan gibi bir şeyler mırıldanarak Taksim Meydanı’na yürüdü, “açıklamayı orada yapacağız” dediler. Sonucunu izlemedik, ertesi gün basın açıklamalarından bulmaya çalıştık, elbette bulamadık. Çünkü usulsüz referandumun geçerli sonucu olamazdı, açıklanacak bir şey yoktu.
Sözün özü yazıya, başladığımız noktadayız. Kimsenin birbirini dinlemediği bir ortamda sağlıklı bir yaşam sürdürülemez. Kurumlar (İstanbul Tabip Odası ve TTB) güçlerini onları oluşturan bireylerden alırlar. Aynı kurumlar bu gerçeği göz ardı edip, bireylerinin hakkını savunmak yerine, önceliği başka konularda mücadele vermeye verirlerse erklerini yitirirler. Erkini yitirmiş bir kurum Tam Gün Yasası gibi haklı bir durumda bile arkasında yürüyecek adam bulamaz.
Yani zaman artık “dinlemek, özür ve yeni baştan sözleşme” zamanıdır. İstanbul Tabip Odası’nı ve TTB’yi üyelerinden özür dilemeye davet ediyoruz.