Bitkinin ve bitki tümörlerinin kanser için ne kadar geçerli bir model oluşturacağı elbette tartışmaya açıktır. Bitki ve hayvan birbirinden tamamen farklı iki canlı gibi düşünülmektedir, ama sistemlerin nasıl işlediğine bakıldığında reddedilemeyecek benzerlikler vardır. İnsan kalın bağırsağının aslında bitkinin köküne karşılık geldiği kabullenildiğinde bu işlemsel benzerlik için istenen anahtar da elde edilmiş olur. Ana hatlarıyla hatırlarsak: (1) Bağırsak bakteri örtüsü (mikrobiyota) kök küresinin içine çekilen bakterilere karşılık gelir. (2) Kök şekerli bileşikleri salgılayarak bakterileri besler, bağırsak da şekerli bileşikleri (müsin, mukopolisakkaridler) salgılayarak mikrobiyotayı destekler, sentez aradaki gri zonda gerçekleşir. (3) Bitkide sentezlenen maddeler meristeme ve buradan da bitkinin damar sistemiyle uçlara taşınır, aynı işlev hayvanlarda “karaciğerde” gerçekleşir. Dolayısıyla, “Biyolojinin mantığının açıklanmasında ‘işlemsel benzerlik’ neden önemlidir?” başlıklı yazıda yer alan “meristem neye karşılık gelmektedir” sorusunun yanıtı “karaciğer” gibi görünmektedir.
Uzama “hem kök hem uç” tarafından kontrol edilir
Nitekim bitki çimlenmeye başladığında meristem aktive olur, bunun toprak yönündeki ucundan kök uzamaya başlar, diğer ucu ise sürgün olarak adlandırılır. Sürgün yukarıya doğru uzarken, genel kabullenme, bir miktar meristem dokusu da sürgünün yanında sürüklenir, bu sürüklenen doku belli aralıklarla (segment) yanlara doğru uzayarak yaprakları verir. Her bir yaprağın dibinde ise “aksiller tomurcuk” (İngilizce ‘auxillary bud’) olarak adlandırılan yeni sürgün noktaları vardır, dallar bu noktalardan çıkar (kullanılan terminoloji aslında memelilerde koltuk altı (aksilla) olarak kullanılan terminolojiyle ister istemez aynıdır). Segmentler ise omurgaya benzer şekilde nodlar ile bölünürler (omurgalar arası “vertebral diske” benzer görülmektedir). İşin daha ilginç yanı nod denen bölgeler, omurgalıların diskleri gibi reçine benzeri bir maddeden zengindir, omurga disklerinde bunun karşılığı olasılıkla, aynen eklem sıvısında olduğu üzere, hiyalüronik asittir.
Bitkinin dallarının yanlara doğru uzaması tepe (en uç) tarafından salgılanan auxin denen bitki hormonuyla kontrol edilir. Aslında auxin bitkinin çoğu dokusunda yapılır, ama doruk diğer bölgeleri kontrol altında tutar (uç hakimiyeti, “apical dominance” olarak adlandırılır) . Auxin ışığa doğru yönelmeyi sağlar (Şekil 1), bitkinin damar sistemi tarafından aşağıya doğru taşınır ve büyümeyi uyarır. Tepeden gelen auxin uyarısı dallanmayı bloke ettiğinden yanlara doğru büyümeyi engeller, dolayısıyla bitkinin yanlara doğru dallanması da zemine yaklaştıkça artar, bizim bildiğimiz bitki formu ortaya çıkar. Uçlar budandığında auxin kaynağı ortadan kalkacağı için bitki ister istemez yanlara doğru serpilir. Bunun elmanın kalitesi üzerindeki etkisi bilinmemektedir, ancak ürünün toplanmasını kolaylaştırdığı açıktır.
Bitkinin sürgünü, çay demlemenin mantığıdır
Bitkide sentezlenen auxin gibi bileşikler elbette omurgalılardakine benzer özellikler gösterir, en azından kimyasal benzerlikleri aşikardır. Bu durum filizlerin kurutulup çay şeklinde demlenmesinin biyolojik etkilerini açıklar. Kök meristemleri de benzer ya da farklı özellikler gösterir, zerdeçal, zencefil gibi köklerin biyolojik etkileri olması şaşırtıcı değildir. O halde Ortodoks tıp mensuplarının, bitkisel şifacıları “ottan-çöpten medet umanlar” şeklinde tanımlamaları biraz hafife alma, ama beri yandan fazlasıyla haksızlık olarak görünmektedir. Lakin tam karşı taraftan bakıldığında, bitkisel şifacıların da yaptıkları her şeyi “bağışıklınızı güçlendiriyoruz” şeklinde açıklamaları aşırı yüzeyseldir. Ortada savaş algısıyla tamamen zıt bir “uyum” (adaptasyon) mantığı bulunmaktadır. Bu denge hali ne kadar esnekse o kadar sağlıklı olunur, denge (her ne yöne olursa olsun) ne kadar saparsa o kadar hastalık hali ortaya çıkar.