Bundan önceki dört yazıda mikroorganizmalar ve yaşadıkları ortamla ilişkilerini özetlemeye çalıştık, ama yazıların amacı aslında bu beşinci yazıya ışık tutmaktı. Bilgilerinizi berraklaştırmak ve algıyı canlandırmak için bir kaç noktayı tekrar dile getirelim: (1) Mikroorganizmalar ve (gelişmiş olduğu varsayılan) ökaryot hücrelerin yapıları ve dış ortamla ilişkileri benzerdir. (2) Mikroorganizmalar aslında ökaryot hücrelerin içinde de yaşarlar (mitokondri ve kloroplastlar), insan vücudunda ise “steril” (virüsler hariç hiç mikroorganizma içermeyen) bölge (o da belki) merkezi sinir sistemi ile testislerdir. (3) İş beslenme olduğunda, memelilerin beslenmesi neredeyse tamamen mikroorganizmaların sindirim kanalındaki faaliyetlerine bağlıdır.
Ne analog, ne homolog; mesele “işlemenin” benzerliğidir
İşte bu bilgileri kullanarak memeli vücudunu bitki temelinde de “yeniden anlamlandırmaya” çalışacağız. Bunu yapmamızın nedeni ise, sistemin nasıl çalıştığına dair karşılaştırmalı biyolojik görüşü oluşturabilmektir. Zira insan vücudunu, insanla kısıtlı kalarak, memeli sistemini ise sadece memelilere bakarak anlamak mümkün değildir; konumlandırma için sistemin diğer canlılarda nasıl çalıştığını anlayıp karşılaştırmak zorundayız. Aslında bu tür karşılaştırmalar en az iki yüzyıl önce yapılarak “analog ve homolog” kavramları oluşturulmuştur.
Buna göre canlılarda benzer işlev gösteren organlara analog, aynı kökenden kaynaklanmalarına rağmen farklı işlev gösteren organlara ise homolog adı verilmektedir. Mesela balıktaki solungaçlar insandaki akciğerlerin benzeri işlev gördüğünden analog organlar kabul edilirler; fok balığının yüzgeci ve insanın kolu aynı embriyolojik kökenden gelse de biri yüzme öbürü tutma işi yaptığından homologtur. “İşlemenin” anlamına bakmayan bu yaklaşım denizden karaya çıkışın yüzgeçlerin ayağa dönüşmesiyle mümkün olduğunu, dolayısıyla geçişte bir ara form (kayıp halka) olması gerektiğini düşündürür. Aynı yaklaşım “yaratılış ya da evrim” kabullenmelerinin de ana tartışma noktalarından biridir. Ne var ki bu tartışmalar 18. yüzyıl sonrasında derinliğini yitirmiştir. Oysa işlemin biyolojik detaylarına ve benzerliklerine bakıldığında, yani “işleme biçimi” dikkate alındığında (ne iş, ne işlev), sağlık ve hastalığın ortaya çıkışı konusunda farklı bir yorum da olası görünmektedir.
Tohumu toprağa ektiğinizde nemlenerek biyolojik etkinlik yeniden başlar, kabuk çatlar. Bunun sonucunda meristem olarak adlandırılan dokunun kök tarafından kök uzantıları, uç (apikal) tarafından ise sürgün ortaya çıkar. Meristem etkinliği bu nedenle kök ve apikal meristem olarak ayrılır. Ama esas ilginç olan durum bundan sonra gerçekleşir. Kök uzantıları dışarıya bir sıvı (kök eksüdası) salgılayarak azot tutan bazı bakterilerin (rizobakteriler, yani “kök bakterileri” adı verilir) buraya çekilmelerine neden olur. Buna karşılık rizobakteriler de kendi genlerine dayanarak bazı bileşikler yaparlar, bu salgı kök gelişimini uyarır, kök uzar. Kökün uzaması topraktaki bakterilerin yaptıkları maddelere bağlıdır. Olasılıkla bu nedenle de her bitki her toprakta aynı verimi tutturamaz, toprak ve kök bakterisi kompozisyonu farklıdır.
Ne var ki bu ilişki karşılıklıdır; bitki fotosentez yapan sürgünleri sayesinde sentezlediği maddeleri gövde içindeki “floem” (1) aracılığıyla köke taşımaya başlar, bunlar da başta sakaroz (pancar ve kamış şekeri) olmak üzere şekerli bileşiklerdir. İşte bu bileşikleri alarak başka bileşikler de salgılayan rizobakteriler, kökün büyümesini hızlandırır. Bu bileşikler aslında memelilerde salgılanan molekülerden farklı değildir. Bakteri artık bitkinin kök hücrelerini saran zar kılıfının içindedir, yani “gri zondadır” (Şekil, kök küresi içindeki bakteriler), burası ne sadece bakteri ne sadece bitkidir, zar içindekilere de “bakteriye benzer” anlamında “bakteroid” adı verilir.
Bitkinin kökü memelinin ve kuşların kör bağırsağına karşılık gelir
Şimdi bunun memeli karşılığını, mesela insanı alalım. Bebek annesinden sterile yakın doğar (böyle diyoruz, yeni analizler doğumda da tamamen steril olmadığını göstermektedir). Doğum kanalından çıkarken (Sezaryen yapılmamışsa) buradaki bakterilerle, annesinin sütünde bulunan bakterilerle (bunlar annenin mikrobiyota adı verilen bağırsak bakterileriyle benzerlik gösterir) ve ayrıca tenindekilerle yeniden mayalanır. Bu mayalanma özellikle kalın bağırsakların mayalanması anlamına gelmektedir ve bakteri topluluklarının serpilmesiyle (kolonileşme) sonuçlanır. Ve derken ne olur? Bağırsak bu bakterilerin yaşamalarını sağlamak için “mukus” olarak adlandırılan sümüksü tabakayı salgılamaya başlar. Bakteriler sümüksü tabakanın içine gömülür ve yine aynı “gri zonu” oluşturur. Bu bölge ne insan ne de bakteridir. Bitkiyle tamamen benzer şekilde kalın bağırsaklar uzamaya başlar. “Uzama” lafı yakıştırma değildir, zira hiç mikrop içermediği varsayılan “germ-free” farelerde sadece şişmiş bir kör bağırsak bulunur, kalın bağırsak güdük kalır. Nitekim gelişim olarak bakıldığında da çekum düz bir kese değildir, ayrıca şekillenir ve uzar.
O halde işlevsel ve yapısal anlamda baktığınızda bitkinin rizosfer olarak adlandırılan kök-küresi ve insanın kalın bağırsak mukus tabakası aynıdır. Bitkinin kökü insanda (olasılıkla bütün memeliler ve kuşlarda da) çekum olarak adlandırılan kör bağırsağa (beraberinde apendikse), kök kılcalları bağırsaklardaki mikrovillüs olarak adlandırılan parmaksı uzantılara karşılık gelir.
Anlaşılan o ki sağlık ve hastalıkların büyük bölümü bu “gri zonun” etkileriyle şekillenir.
(1) Floem, soymuk borular olarak da bilinir, fotosentez sonucu üretilen organik maddeleri yeni sürgün oluşumunda kullanmak üzere veya depo organlarında biriktirmek üzere ileten borucuklar. Tek sıra halinde üst üste dizilmiş canlı hücrelerden oluşur. Floem oluşurken hücrelerin ara çeperleri tamamen erimediğinden, yer yer delikler oluşur. Floemde fotosentez ürünleri bitkinin diğer organlarına taşınır. Bazı bitkilerin köklerinde sentezlenen amino asitler de yaprak ve diğer organlara taşınır. Floemde madde taşınması çift yönlüdür. Hücreler arası çeperler ksileme göre daha az eridiğinden ksilemdeki taşınmadan daha yavaştır. (Kaynak Vikipedi)