Geçen yazılarda paylaştığımız üzere, bizim biyolojik sistemin nasıl çalıştığına dair en büyük kısıtlılığımız, onun içine (ya da içinden) doğmuş olmamız, ama nasıl çalıştığını anlamaya çalışırken de kendi yaptığımız alet edevatın mekanistik mantığının dışına çıkamamamızdır. Aslına bakarsanız bundan iki bin yıl önce yaşamış olanlar, daha saf bir bakış açısı geliştirmek açısından çok daha şanslıdır. Belki de bundandır, Platon, Arabi dönemi bilim algısının yaklaşımları bugünkü olağanüstü “gelişmiş” halimize göre bile kendi içinde daha tutarlıdır.
Ne var ki aradaki zaman kesitinde, hatta son 20 yıl içerisinde moleküler biyoloji de dahil keşfedilenler yeni bir bakış açısı ya da yorum geliştirmek açısından aslında çok zengin bir altyapı sunar. Bu anlamda bakıldığında canlı sistemin işleyiş biçimi de bir dil özelliği gösterir, harfleri algılayabilirseniz, doğru kelimeleri bulup, sonunda cümle yapılarını ve nihayetinde dili de okuyabilirsiniz. Harfin hiç bilinmediği ortamda bir dili okumada çok daha evrensel kavramlar, yani mantık, aritmetik, geometri ve fizik imdada yetişir. Aslında Dekart dönemi Kartezyen düşüncenin temel hedefi de bu olmuştur, yani biyolojinin matematik ifadesi, ancak onların saplandıkları temel çıkmaz, işleyiş mantığını anlamak yerine, istatistik bataklığına saplanmalarıdır. Çünkü istatistik olayların açıklanmasında kullanılabilir bir yöntem değildir, olsa olsa doğal süreçlerin olasılıklarının anlaşılmasında bir fayda sağlar, ne var ki buradan çıkarak biyolojik sistemi anlayamazsınız.
Solunum ve sindirim sistemleri aynı dokudan gelişir, hava besinle neden birleşir?
Solunum sistemi örneğini vererek açıklamaya çalışalım. Solunum sisteminin bizim bildiğimiz işlevi, enerji üretiminde gerekli olan oksijenin alınmasıdır. Gıdalarla alınan karbonhidratlar, yağlar ya da proteinler bir şekilde şekere çevrilir. “Yakma” işlevi, şekerin oksijenle birleştirilerek karbon dioksit oluşması ve solunum yoluyla dışarı verilmesidir. Buna karşılık bitkiler de havadan aldıkları karbondioksiti kullanarak fotosentez yoluyla şeker sentezlerler. Bizim algımız “gıda” aldığımız sindirim sistemi ile, “hava” aldığımız solunum sisteminin aslında aynı sistemden kaynaklandığını zor kavrar. Oysa bu iki sistemin anatomideki adları bile “aero-dijestif” (hava-sindirim) sistemdir. Sindirim sistemi gelişmekte olan cenin taslağının en iç tabakası olan endoderm (iç tabaka) tüpünden kaynaklanır. Bu tüp gelişiminin belli bir aşamasında uzunlamasına ikiye boğumlanır, ön taraf akciğerler ve solunum sistemine, arka taraf ise o bölgede yemek borusuna karşılık gelir. İşte mantık dediğimiz açıklamalardan biri budur. Biz günlük yaşamımızda havayla gıdayı tamamen ayrıştırma eğilimine girsek de (AVM’lerin klimatize ortamı ile gıdanın iyice endüstrileşmesi), aslında iki sistemin girdisi arasındaki makası da giderek açmaya başlarız.
Hava dediğimiz şey oksijenden çok daha fazlasıdır
İkinci algı kısıtlılığımız ise havanın bileşiminin doğrudan oksijene indirgenmesidir. İnsan da dahil pek çok canlı, enerji üreten solunum zincirini karbonu oksijene bağlayarak sonlandırır. Bununla birlikte saf oksijen uzun süre verilirse toksiktir. Oysa hava oksijenden farklı bir bileşimdir, bileşim ağırlıklı olarak azottan meydana gelir. Ve bu konudaki bir diğer algı kusuru da “havanın aslında bir şey olmamasıdır” (havadan sudan meseleler gibi). Unutmayalım, havanın varlığının bulunuşu bile nispeten yenidir, hava basıncı kavramı çok daha geç bir dönemde ortaya çıkmıştır. Oysa bir metreküp havanın ağırlığı 1.2 kilogram mertebesindedir, olasılıkla içerisindeki oksijene bağlı olarak çok güçlü bir oksitleyicidir.
Peki solunum sistemindeki başka hangi detaylar söz konusu dilin ya da mantığın anlaşılmasında bize yardımcı olur? Faydacı bakış açımızı terk edebilirsek, trakea denen ana soluk borusunun ikiye ayrılması, bunun açısı, etrafını saran kıkırdak halkalar ve kaslar, hava yolunun akciğer içindeki dallanması ve elbette bunların farklı özellik gösteren canlılardaki biçimi aslında fazlasıyla yol göstericidir. Hep dediğimiz gibi, mesele doğru mantık silsilesine erişebilmektedir.