Biz kimiz ve biz demokrasiden ne anlıyoruz?

Geçen hafta gündemimiz hepinizin bildiği gibi yine toz duman oldu. Ergenekon davasıyla bağlantılı olarak meslektaşımız İlhan Selçuk, İstanbul Üniversitesi’nin bir önceki rektörü Kemal Alemdaroğlu ve Türkiye İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek gözaltına alındı. Dahası gözaltılar hukukun aranmasından çok, “karşı tarafa” bir gözdağı verme biçiminde gerçekleştirildi. Okuyanlar bilirler, bu satırlarda sadece Cumhurbaşkanı Gül’ü, Başbakan Erdoğan’ı değil, ana muhalefet partisi başkanı Baykal’ı, ama farkındaysanız en çok kendimizi, yani biz vatandaşları eleştiriyorum. Senteze gidebilmek için sadece çok satar Doğan Medya Grubu gazetelerini değil, AKP’ye yakın oldukları hatta yayın organı oldukları bilinen gazeteleri ve yazarlarını da günü gününe izliyorum. Nihai amaç, daha iyinin başarılabilmesi için gerekçe olabilmektir. Benim sunduğum eleştirilerin yerinde olup olmadığı her zaman tartışılır, ama üslup asla yıpratma ve hakaret unsuru içeremez, söylenenler mesnetsiz olamaz.

O nedenle üzülerek söylemek zorundayım ki kantarın topuzu kaçırıldı. Ülke genelinde geldiğimiz nokta, karşısındakini dinlemek şöyle dursun, sesini duymaya bile tahammülü olmayan bir kutuplaşmayı yansıtıyor. Siyasi partiler (iktidar ve muhalefet) bu kutuplaşmanın mimarı ve sözcüsü konumundalar. Kutuplaşmanın diğer boyutu olan etnik tartışma, hafta sonu itibarıyla (savaş demeye dilim varmıyor!) en azından arbedeye dönüştü. Toplumun her kesiminde kılıçlar çekilmiş durumda, hukuk kutuplaşmanın arenasına indirgenmekle kalmadı, Cumhuriyet’in temeli olan kurumların kalıcı olarak yıpratılması bile önemsenmez hale geldi. Bu sürecin ucundaki olasılıklardan biri olarak AKP gerçekten kapatılırsa, siyasi kaostan öte sıcak çatışma çıkarsa kimse şaşırmasın. Zira bütün taraflar bu gerilimden kendi keselerine uygun kazanımlar peşine düştüler.

Demokrasi karşılıklı hoşgörüden kaynak alır, uzlaşmayı aracı yapar, bu çerçevedeki gel-gitler “kara deftere yazılan intikam satırlarıyla” asla bağdaşmaz. Demokrasi evrenseldir, çağa ve duruma göre ayrı ayrı yorumlanamaz. Düne göre ayrı demokrasi, bugüne göre ayrı demokrasi olmaz. Bütün liderlerin, taraflı çığırtkanlık yapan bütün kalemlerin dikkate alması gereken ilk kural budur. Bizim iç politikadaki gelişmelerimizi dış siyasi mercilerin ve dış basının değerlendirme biçimi ise asla kıstas olamaz. Başka milletlerle bir husumetimiz olmasa bile, dış siyasi otorite ve basının kendi çıkarlarını korumak açısından seçicilik göstereceğini unutmamalıyız. Nitekim bugün durumu böyle değerlendiren Financial Times’ın yarın kendi coğrafyasının çıkarları gerektirdiğinde (tarihte sayısız örneği olduğu üzere) bambaşka konuşacağını da iyi bilmeliyiz, şaşırmamalıyız.

“Bizi yıpratmaya çalışan dış mihraklar” söylemine de kim ne derse desin kesinlikle inanmıyorum. Bizi bizden daha fazla yıpratan başka bir unsur olmadığını çok iyi biliyorum. Bu nedenle, devlet yönetiminde dini ağırlık isteyen “elhamdürillah biz”ler, milliyetçi “sicim savuran biz”ler, etnik ayrımcılığı savunan “PKK yandaşı biz”ler, çözüm üretemeyen “hep muhalefet biz”ler, sadece “dünya görüşlerinin sığlığı” içerisinde debelenmekteler. Benim için AKP’nin kapatılması olasılığı; Baykal’ın CHP’nin başına yeniden başkan olarak seçilmesi, gazetelerin ve yazarların körü körüne yanlı yazmalarını sürdürmeleri ya da Nevruz kutlamalarının üstünden F-16 uçurulmasıyla aynı “şanssızlık”, çözümsüzlük ve kolaycılık seviyesinde yer alıyor.

Mesele, hep adımıza konuşulup hiç hesaba katılmayan “gerçek biz”lerin olan biteni ne zaman idrak edeceğimiz, bu olumsuz gelişmelerden herkesi kucaklayacak bir hareketi yaratıp yaratamayacağımıza odaklanıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir