Geçen hafta size İrlanda’nın zoru nasıl başardığından söz ettim ve bizim de benzer bir gelişimi gösterip gösteremeyeceğimizi analiz etmek gerektiğini belirttim. Bu analizi ben becerim doğrultusunda karşılaştırarak yapmaya çalışacağım. Böylelikle temel eksikliklerimin de daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. İsterseniz karşılaştırmaya önce jeopolitik özelliklerden başlayalım. İrlanda coğrafi konumu açısından Kıta Avrupası’nın hemen dibinde, İngiltere’nin yakın komşusu, politik olarak ise Avrupa Birliği’nin üyesi konumunda. Bu konum kuşkusuz özellikle Amerika’nın Avrupa pazarına girmesi açısından (ama beri yanda Japonya gibi Pazar arayan bütün ülkeler için de) büyük önem taşıyor. İrlanda’nın İngilizce konuşuyor olması burada yatırım yapmak isteyenler için elbette büyük bir kolaylık, dolayısıyla başta Amerika olmak üzere önemli bir avantaj oluşturuyor. Lakin Türkiye açısından bakıldığında bizim konumumuz da son derece stratejik. Bulunduğumuz coğrafya Ortadoğu’ya erişim açsından çok büyük olanaklar sunuyor. Bizim komşu coğrafyamız içerisinde halen politik sıkıntıları süren ülkelerin yanı sıra, Türki Cumhuriyetler ve Rusya gibi büyük nüfusa sahip ve doğal enerji rezervleri açısından zengin ülkeler var. Öte yandan Türkiye’nin Müslüman ağırlıklı ve beri yanda tek demokratik bir ülke olması bölgedeki politik ve ekonomik lider olma olasılığını pekiştiriyor. Buna bir de AB üyeliği süreci eklendiğinde ufkumuzun açık olduğu ortada. Dolayısıyla Türkiye yabancı yatırım almak için ideal jeopolitik koşullara sahip.
İrlanda’nın kendi ekonomik refahını gerçekleştirmekte en önemli faktörlerden biri olan 4 milyonluk nüfusu açısından değerlendirdiğimizde Türkiye’nin 72 milyonluk nüfusu genç olmasına karşılık bir tezat oluşturuyor. Ancak 72 milyonun yaratabileceği çıktı ve oluşturacağı pazar öte yandan bir avantaj haline geliyor. Nüfus özellikleri arasındaki en belirgin fark ise eğitim durumunda ortaya çıkıyor. Türkiye’de eğitimli işgücünün niteliği herhangi bir alana kanalize edilmiş özellikle taşımıyor. Eğitim politikamız hedeflere göre düzenlenmiyor, sadece müfredatın aktarılmasından ibaret ve bu durum üretim açısından hedefe göre eğitimi zorunlu kılıyor.
Ne var ki en belirgin far ve bizim açımızdan ana sorun politikaların oluşturulmasına kilitleniyor. İrlanda’da Ulusal Bilim Ajansı, Ulusal Planlama Teşkilatı gibi kurumların ülkemize de elbette muadilleri var. Örneğin TÜBİTAK ulusal bilim politikasının oluşturulmasından, DPT kalkınma programının belirlenmesinden, YÖK ise eğitim politikamızın oluşturulmasından sorumlu. Bu kurumlar kuruluş tarihleri dikkate alındığında İrlanda’daki benzerlerinden çok daha eski olmakla birlikte, gerek hedefe yönelik plan oluşturmaktaki koordinasyonsuzluk, gerek devlet yönetimiyle olan çekişmeler, etkin programlar yapılması ve yürütülmesinin önündeki en büyük engeller olarak karşımıza çıkıyor. Durum böyle olunca kurumların yarattığı katma değer ve sinerji İrlanda’dakinin tam aksine heme hemen hiç bulunmamakta.
Yabancı yatırımın karşısındaki en önemli engellerden biri de yanlış yorumlanan milliyetçilik anlayışı. Biz yabancı sermayeyi sömürgeci olarak görme geleneğinden geliyoruz, yabancı sermayenin her zaman bizim iliğimizi kemiğimizi sömürmek amacını güden emperyalist güç olduğuna inanıyoruz. Hatta dünya görüşlerimizi siyaset malzemesi yapıp, kısır çekişmeler içerisinde birbirimizi yemekten öteye gidemiyoruz. İrlanda örneğinde baktığımızda ulusun topyekun zenginleşmesi için yapılması gereken ne varsa çıkış noktasına o konuyor. Gerekirse uygun koşullarla toprak kiralanıyor ya da satılıyor, gerekirse vergi kolaylıkları getiriliyor, yatırım yapmak için istekli olan herkesle “proaktif” bir ilişki kuruluyor. Devlet yatırım yapılması için teklifi kendisi götürüyor. Yatırıma yönelik inancın oluşması için fikri mülkiyet hakları, ilaç özelinde baktığınızda geri ödemeler ve reçeteleme özgürlüğü gibi konularda korumacı ve müdahil olmuyor, girişimin önünde set oluşturmuyor. Hedeflerin gerçekleştirilmesi için devlet, işveren ve işgücü arasında ulusal bir mutabakat var. Durum böyle olunca yatırım almak açısından da en küçük bir sıkıntı yaşanmıyor. Hatta İrlanda rotasını üretimin hakim olduğu “kaplan ekonomisi”nden olgun bir ekonomiye ve “know-how” satan Ar-Ge ağırlıklı bir konuma geçirmek istediğini açıkça söylüyor.
Yukarıdaki karşılaştırmayı özetleyecek olursak, 72 milyonluk Türkiye aslında 4 milyonluk İrlanda’dan çok daha yüksek debideki bir ekonomik potansiyelin önünde oturuyor. Sorun bu potansiyeli harekete geçirmeyi isteyip istemediğimizde. İrlanda’daki yıllık 30.000 dolarlık kişi başı gayrı safi milli hasılayı alın, bizim onda biri etmeyeniyle karşılaştırın. Bu gelirin oluşturduğu yüksek refah düzeyini, gelecek güvencesini ve hepsinin sonucu ortaya çıkan ulusal gururu düşünün. Türbanla yatıp kalkan, YÖK-hükümet gerilimleriyle daralan bizler mi daha milliyetçiyiz sizce, yoksa İrlandalılar mı? Yazdıklarıma inanmayanlar gidip Dublin’i görsünler.