Geçen hafta bayram tatilinin beklenmedik biçimde uzaması işimize yaradı. Evi toplama girişimi bir yerde durdu, ama son bir temizlik hamlesi yeri silmekte kullanılan sopanın kırılmasıyla uğursuzluk kabul edilerek üstüne yatıldı. Buna karşılık bir hafta yazmamış olmamızın nedeni tatil değildi, sabah ritüeli aynen korundu, bu kez yediden beşe kadar hastanede bekleyen yazım çizim gibi işlere devam edildi. Biz de bayramın hemen öncesinde ortaya çıkan siyaset dışı gelişmeleri konuşacağız; özellikle de ayrışma ve güçlenen linç kültürden bahsedeceğiz.
Sonradan değerlendirmek, bitmiş maçın yorumu gibidir; anlaşılan başlatılan operasyon beklenen bir gelişmeydi. Konu yargı sürecinde olduğundan yorum yapmanın bir anlamı yok. Siyasi ya da siyaset dışı taraflar tepkilerini verdiler, gençlerden beklenmeyen bir katılım, makul bir hareketlenmeyle devam etti ve sonunda taraflardan birinin boykot çağrısıyla sonuçlandı. Bizim algıladığımız sorun da o aşamada ortaya çıktı. Boykot aslında bir konuda yapılabilecek en etkili eylemdir, iki kişinin tavla oynaması söz konusu olduğunda bile, biri oynamaktan vazgeçerse oyun olmaz. Eşlerden birinin diğeriyle konuşmaması, yetiştirilmesi gereken bir evrakın imzalanmaması, hatta sumen altı edilmesi de boykotun değişik biçimleridir.
Boykot en masum ve etkili eylem biçimidir
Boykot tam da bu eylemsizliği nedeniyle son derece etkindir. Sorun bu nedenle boykot değil, boykota katılanların ve katılmayanların verdiği uç tepkilerdir. Bakanların market alıverişine çıkması, hiç alakası olmayanların boykot edilen dükkanları doldurması ne kadar çocuksu görünse de, boykota katılmayanların da boykot edilmesi eylemin üzerine tüy diker ve anlamsızlaştırır. Boykot çağrısına destek veren, muhtemelen bir politik derdi bile olmayan sanatçılar işlerinden olurken, boykot yanlısı kitleler de tanınan sanatçıların da illa fikir belirtmesini bekler. Sonunda X hesabını kapatanlar olduğu gibi, konuyla ilgisi olmayan kişiler de okkanın altına gitmeye başlar.
Böylelikle itiraza haklı nedenlerle başladıklarını düşünenler zorbalaşır, olayları başlatanlarla aynı safa düşer. Tehlikeli dediğimiz nokta da budur; her ne tarafta olurlarsa olsunlar, grupların en azından bir kesiminin linç eylemine açık olmaları, linçin şehvetine kapılmaları, adalet ve demokrasi çığlıklarıyla başlattıkları süreçleri bildiğiniz taşlama eylemine dönüştürebilme becerileri sorundur.
Herkes politik zeminde bir taraf tutmak zorunda değildir
Önce sanat camiası tarafını irdeleyelim, sanatçılar bir toplumun önemli itici güçlerinden biridir, ama siyasi zeminde ortaya çıkan bir dalgalanmada ille de taraf olmak zorunda değillerdir. Sanatçılar sanatlarını iyi uyguladıkları için tanınırlar, ama siyaseten fikir öncüsü olmaları beklenemez. Bu örnek kuşkusuz akademi için de geçerlidir, akademisyenler de topluma mal olduklarında önemli bir rol model haline dönüşebilirler, ama tarafı olmaları gerekmeyen durumlar da vardır, eylemin çıkışını içerine sindirememiş olabilirler, boykotu destekleyebilirler, ama sözcüsü olmak istemeyebilirler.
Nitekim sonuçta kabak göz altına alınan gençlerin başına patladı. Peki böyle mi, olmalıydı?