“Vücutta bir şeyin akmakta olduğu” düşüncesi ilk başta gülümsetebilir, ancak konuyu etraflıca irdelediğinizde çok da mantıksız değildir, yeter ki bakış açısını genişletebilin. Çünkü modern tıp olarak adlandırılan yaklaşım, dokuları molekülleri çerçevesinde incelemeyi amaçlar. Oysa konuya daha bütüncül bakabilirseniz, dış yüzeyimizi kaplayan deri ve eklerinin benzer yapıda olmalarına karşılık, aslında farklı özellikler gösterdiğini görürsünüz. Örneğin “hangi deri ekleri düzenli uzama içerisindedir” diye düşündüğünüzde, vücudun tüylerinin, kaşların ve kirpiklerin uzama göstermediğini, ancak saçların, sakalların ve tırnakların sürekli uzadığını fark edersiniz. Oysa saçlar ve kıllar moleküler yapı olarak birbirinden çok farklı değildir, dolayısıyla soru bir “anatomik farklılık” olarak yanıtlanamaz. Benzer durum kuşların tüy yapıları için de geçerlidir. Kuşun tüyleri yapı olarak birbirinden çok farklı gibi görünse de (örneğin kanat tüyleri ve vücut tüylerinin yapısı farklıdır), onları oluşturan moleküler detaylar da hemen hemen aynıdır.
Saç, kıl ve tüy yapısının bu kadar sıra dışı olmalarının bir diğer nedeni ise biyolojik yapım maliyetlerinin çok yüksek olmasıdır. Bu deri ekleri keratin adlı saf proteinden meydana gelirler. Keratin molekülü değişik canlı türlerinde üç boyutlu yapısal farklılık gösterir, oysa bileşim açısından çok benzerdir. Bütün türlerde üç aşağı, beş yukarı benzer sülfürlü amino asit gruplarını içerir. Molekülün değişik formları, saçın ve tüyün ötesinde, kornea (gözün öndeki saydam tabakası) gibi özelleşmiş dokularını da oluşturur. Keratin işlevine yönelik bilimsel açıklama, “vücudun su kaybını önlediği ve dış zararlılardan korunmasını sağladığı” şeklindedir. Keratosit adı verilen hücreler derinin üst tabakasına yaklaşırken, içerilerindeki keratin miktarı giderek artar, en sonunda keratinden zengin, ama bizim bakış açımızla ölü hücre tabakasına dönüşürler.
Akmakta olan enerjinin “yoğunlaştırılması”
Biyolojik yapım maliyeti bu kadar yüksek olan, beri yandan da aslında her yıkanmayla vücuttan uzaklaştırdığımız bu dokunun bütün canlılarda üç aşağı beş yukarı benzer yapıda bulunmasının nedeni bilinmemektedir. Ancak bu özellik “vücutta bir şeyin akmakta olduğu” görüşüyle çelişmez. Bu akan her ne ise, saç, tırnak gibi dokuları uzatmakta, beri yandan derideki keratininin sürekliliğini de sağlamaktadır. Örneğin sedef hastalığı bu sürecin bozulmasıyla ilgili bir durumdur, yani keratin içeren hücreler olgunlaşarak ölmeksizin çoğalmalarını sürdürür, bu da sedef plaklarının ortaya çıkmasına neden olur.
Keratinin biyolojik yapım maliyeti dikkate alındığında ise, “enerjinin yoğunlaştırılması” gibi bir kavramdan söz etmek de mümkün hale gelir. Enerji keratin üzerinde yoğunlaştırılmaktadır. Böyle bakınca sadece saç, tırnak ya da tüy değil, kornea ve diş gibi yapılar da “enerjinin yoğunlaştırıldığı dokular” kapsamına girer. Mesela biz dişleri vücudun sabit unsurları olarak kabul ederiz, oysa dişler de mekanik olarak aşınma ve ardından yeniden yapım sürecine tabidir, yapım olasılıkla çiğneme ya da öğütme ile aktarılan kuvvetle pekiştirilir. “Enerjinin yoğunlaştırılması” yaklaşımı başlangıçta saçma görünebilir, ama sonradan açıklamaya çalışacağım üzere tamamen mesnetsiz değildir.
Keratin sentezinin en sıra dışı biçimi kuşların tüyleridir
Kuşların tüylerinin nasıl geliştiği de çok fazla tartışma konusu olmuştur. Bunun bir gerekçesi, kuşa uçmak gibi olağanüstü bir yetenek kazandıran bu deri ekinin en yakın akraba olduğu varsayılan sürüngenlerden hangi aşamalarla ortaya çıktığının anlaşılamamasıdır. Konuyu evrim ile açıklamaya çalışan bilim camiası, bu değişikliğin moleküler mekanizmalarını, yani mutasyon gibi ara basamaklarını saptayamadığından, fazlasıyla şaşkınlık içerisindedir. Öyle ya, sürüngen ve kuş arasında, aynen zürafa ve antilop için söz konusu olduğu üzere “ara form” bulunması beklenmektedir. Buna karşılık bugüne dek yapılan alan çalışmaları böyle bir ara formun varlığını kanıtlayamamıştır, daha doğrusu ara form bulunamamaktadır.
Kaynak: Dhouailly D. A new scenario for the evolutionary origin of hair, feather, and avian scales. J Anat 2009; 214: 587-406.