Mehmet Ali Ağca çeyrek asırlık tutsaklığının ardından geçtiğimiz hafta serbest bırakıldı. Böylelikle bizim çocukluk dönemimizde cinayet ve üzerine yine cinayete teşebbüs ile başlayan suç kariyeri, failin tahliye edilmesiyle başka bir aşamaya girdi. Dünyada bir benzeri daha görülemeyecek olan bu davanın fark ettiğiniz ya da etmediğiniz çok fazla detayı bulunmakta. Ben kuşkusuz bir cinayet profilcisi (“profiler” denmekte) değilim, ancak ne olursa olsun bugün tartışılması gereken ve dahası Ağca’nın korunmasına dek uzanan olaylar zincirinin tam ortasındayız. Abdi İpekçi’yi kurşunlara hedef bırakan gerçek bir neden hala bulunmamakla. Varlığından aldığı güç ne kadar yüksek olursa olsun, sosyal demokrat gazete yöneticisi imajı böyle bir infazı nasıl karşılayamıyorsa, Papa’ya suikast girişiminin de mantıkla açıklanabilir bir gerekçesi yok. Hıristiyanların dini liderinin öldürülmesinin, bizim ülkemizde geniş taban bulan ülkücü-milliyetçi inanışla da bir alakası olamayacağına göre, neydi Ağca’yı bu suikastın tetikçiliğine iten?
Kişilik özelliklerine baktığınızda, eğer onu tanıdığımızdan beri mükemmelen rol yaptığı olasılığını bir kenarda bırakırsanız, Ağca şizoid düşünce yapısı, yani gerçeklik kavramı bölünmüş bir ruh hali sergilemekte. Bu düşünce yapısı kendisine biçtiği Mesih düzeyindeki yakıştırma ile de çok güzel örtüşmüştür. Aynı ruh yapısı onu bir yanda mükemmel bir tetikçi halin getirirken (düşünmesi değil, yapması istenmektedir), uç görevleri kolaylıkla ve soğukkanlılıkla üstlenebileceği bir noktaya taşır. Dolayısıyla Ağca ona kazandırılan “aşırı kararlılık” dışında fazlaca düşünmesi gerekmeyen görevler için biçilmiş kaftandır. Ancak anlaşılamayan nokta bu görevlerin kim tarafından ve niçin verildiğidir.
Böyle düşünmeye başladığınızda konu birden ülkücü-milliyetçi cephenin dışına çekilir. Söz konusu cinayet ve girişimin oluştuğu dönemde de kuşkusuz bugün “derin devlet” olarak adlandırdığımız unsurlar yine söz konuydu. Derin devlet girişimleri devletin varlığını kendi inançları doğrultusunda ve var olan kanun ve kurallar dışında ne pahasına olursa olsun sürdürmeyi emreder. Ancak böyle bir “teşekkül” doğru bir şekilde kontrol edilmezse, daha doğrusu güç içerisinde bir güç olduğundan ve örtülü tutulduğundan, kendi kendine dejenere olma olasılığı yüksektir (genel dünya kuralı, bütün sistemler bir üst sistem tarafından kontrol edilmediği sürece dejenere olmaya açıktır). Zira ne olursa olsun kendi kendilerine, çok yüksek ideallere adandıklarına inanan insanlar bile, para kaygısının, daha doğrusu dünyevi zevklerin etkisi altındadırlar. Kontrol mekanizmasının olmaması, beri yandan alıştıkları şeyleri sürdürebilmek için her türlü olanağa sahip olmaları (kaçakçılık, örgütlü suç ve belki de para karşılığı uluslararası terör bağlantıları, öte yandan devletin üst düzey mensuplarıyla kolaylıkla kurulabilen ilişkiler) dejenerasyonu güçlendiren unsurlardır. Ucu sadece rastlantısal bir kamyon kazasıyla ortaya çıkan Susurluk skandalı, olup bitenin sadece küçük bir yansımasıdır. Bu kazada Ağca ile yakından ilişkili olduğunu bildiğimiz Abdullah Çatlı ve bir milletvekili olan Sedat Bucak birlikte ortaya çıkmıştır. Bugün gazetelerde dizi dizi fotoğrafını gördüklerimiz (Milliyet, 14 Ocak 2006) ve sahip oldukları konumlar nedeniyle asla fotoğrafları gün yüzüne çıkmayan, ama girift ilişkilerin bir parçası olan yüzlerce kişi de senaryonun birer üyesidir.
Bu ilişkiler zincirinin çok önemli bir bileşeni vardır ki, o da ortak hafızadır. Derin devlette herkes herkesin kim olduğunu bilir, ama asla söylemez, söyleyemez. Bir zamanlar Korkmaz Yiğit’in “sesini duydukça vücut kimyam değişiyordu” dediği Çakıcı’dan tutun, kendi inançları doğrultusunda siyasete soyunmuş pek çok kişi bu ortak hafızaya sahiptir. İşte bu noktadan baktığınızda hapisten kaçmak (ya da kaçırılmak), yurt dışına gitmek (ya da götürülmek) sanıldığından çok daha kolay, hatta dost kucağında gerçekleştirilen destek operasyonlarıdır. Nitekim Ağca sel vermiş sır vermemiş, Papa’yla diz dize oturmuş, Mesihliğini ilan etmiş, ama asla konuşmamıştır.
Ağca bugün küçük bir topluluk tarafından coşku ifadesiyle karşılanmış olsa bile, aslında destekleyenlerinin sayısı sanılandan çok daha fazladır. Ağca derin devlet için bir yanda “coşku duydukları” bir geçmişin gururu, ama bir yerde de ortak bir hafızanın kesişme noktasıdır. Lakin Ağca bıraktıkları Ağca da değildir. Büyük bir sabırla susmuş, kendisine bir zamanlar şizoid yapısı temelinde inançları sömürülerek kazandırılmış olan ideallerin onun dışında kalan dünyada para ve iktidar hırsıyla ilişkili olduğunu da görmüştür. “Dava arkadaşları”nın çoğu yozlaşmışlar, ama konuya ilgi gösterebilecek birkaç küçük medya pürüzü dışında rahat ve zengin bir yaşam sürmüşlerdir. İşte bugün geldiği noktada Ağca’nın “medyaya konuşurum, ama 5 milyon dolar isterim” cümlesinin hedefi kuşkusuz medya değil, eski dava arkadaşlarıdır.
Derin devletin bugün aldığı yeni yaşam formunun bu durumda ne yapacağını kestirmek kuşkusuz güç değildir. Ağca’nın demir parmaklıklar arkasında “güvende” olması dönemi bitmiştir. Ruhsal dengesi her zaman değişken olan, dahası inançları sarsılmış bir tetikçi, er geç eski günleri kurcalamaya başlayacaktır. Bugün için 5 milyon dolar olan konuşma bedeli (ki Ağca’nın rakamların gerçekten çok gerisinde olduğunu göstermektedir), giderek yükselecek, belki de bir gün bedeli ödenemeyecek hal alacaktır. Derin devlet, aslında sürpriz olmayan tahliyenin ardından sadece durup bekleyecek, olayların nasıl gelişeceğini izleyecek, bedel ödenemeyecek hal alırsa o zaman ikinci bir Ağca birinciyi ortadan kaldırmakla görevlendirilecektir.
Bu analiz parantez içinde kalanları hiç sorgulamadan sadece düz mantıkla elde ettiğim çıkarımları yansıtmaktadır. Gerçekle bağlantısı ne ölçüde vardır, bunu kestirmem zor, ama üzücü olan ne yazık ki doğruluk payının hayli yüksek olması ve bizim yaşadığımız dünyada gerçekleşmesidir.