Uzun süreden beri canlıların yapısına ilişkin bir şey yazmadım, yine kollajen meselesinden devam etmek istiyorum. Biyoloji, canlıların yapısında temel olarak iki ayrı bölüm tanımlamıştır, bunlara stroma ve parankim adı verilir. Parankim denen doku organın işlevini sağlayan kısmıdır. Örneğin karaciğerden söz ediyorsak, karaciğer hücrelerinin düzenli olarak oluşturdukları yapı (altıgen oluşumlar, bu geometriye dikkat edin) bunun parankimidir.
Ne var ki dokunun organize olması, yani bir bütün olarak kusursuz çalışabilmesi, onun kurulu olduğu iskelete bağlıdır, işte stroma denen yapı da dokunun iskeletini oluşturur. Dokunun işlev gören hücreleri bu çatı (matriks) yapısına yaslanarak görevlerini yerine getirirler. Bu çatı yapının büyük kısmını kollajen meydana getirir (insan vücudunun üçte biri kollajendir). Damarların iç yüzeyini döşeyen örtü (aterom plağı bunun bozulması sonucunda gelişir, kolesterol sadece aracıdır), kemiğin kalsiyumunun çöktüğü kıkırdağımsı özü, derinin gerginliğini sağlayan gergefi ve burada sayamayacağımız kadar çok çeşitlilikte destek dokusu kollajen liflerden meydana gelir.
Kollajenin ötesinde, çatının esnek olmasını sağlayan elastin adı verilen lifler ya da gerilime dayanıklı olmasını sağlayan (fibröz, fiber kelimesi de buradan gelir) başka lifler de vardır. Teşbihte hata olmaz, destek dokusu kanaviçenin işlendiği gergefteki beze benzer. Desen (parankim) gergefteki beze (stroma) işlenerek oluşturulur. Dolayısıyla sağlıklı bir yapı için her ikisi de çok önemlidir.
Tıp sağlığı işlev üzerinden ölçer, dokunun özüne bakmaz
Oysa modern tıp dediğimiz kavram, sağlıklılık durumunu işlevin doğru sürdürülüp sürdürülmediği üzerinden ölçer. Yani karaciğerin sağlıklı olup olmadığını araştırdığımızda karşımıza çıkan başlıca parametreler SGOP, SGPT ve GGT denen reaksiyonların normal sınırlarda olup olmadığıdır. Üstelik bu durum kana bakarak ölçülür, bağlantı noktası ise, hepatit gibi karaciğerin zarar görmesine neden olan durumlarda bu enzimlerin kandaki miktarının artmasıdır.
Bu yaklaşım son derece sığdır, zira çok sayıda karaciğer metastazı olmasına karşılık, değerler genellikle değişiklik göstermez ya da tam tersi, değerlerin çok arttığı ama herhangi bir sağlık şikayeti bildirmeyen çok sayıda hasta da mevcuttur.
Bizim ‘ckeck-up’ın ayağı yere basan bir kavram olmadığı saptamamız da bu gerçeklere dayanır. Tıptaki onca teknololojik ilerlemeye karşılık, biyokimyasal ölçütlerde son yirmi yıl içinde çok az değişiklik meydana gelmiştir. Oysa teknolojinin getirdiği otomatizasyon nedeniyle, bugün Amerika’nın herhangi bir kentinde bakılabilen kan tetkikleriyle, Anadolu’nun herhangi bir devlet hastanesinde bakılanlar arasında hiçbir fark yoktur, çünkü hepsi aynı teknoloji ve ‘ölçüm kiti’yle çalışır. “Teknolojinin ilerlediği, ama tıbbın ilerlemediği” savımız geçerlidir.
Oysa doğru işlev, sağlıklı bir çatı gerektirir
İşlevi ölçmeye yönelik tetkiklerin bolluğuna karşılık, organın çatı dokusunun ne durumda olduğunu saptayan herhangi bir test bulunmamaktadır. Bizim görüntüleme yöntemi olarak bildiğimiz ultrasonografi, BT ya da MR, ancak gözle görülebilir düzeyde bir değişikliği (kist ya da yer kaplayan bir doku) ölçebilir.
Çatının sağlıklı olup olmadığını pratik uygulama açısından gösteren herhangi bir yöntem geliştirilmemiştir. Örneğin “osteoporoz pazarının” ayrılmaz parçası haline gelen kemik yoğunluğu ölçümü (bozacının şahidi olarak şıracı; yani dansitometri) kemiğin kalsiyum içeriğini ölçer, ama yapısının dayanıklı olup olmadığı konusunda bilgi vermez. Nitekim ilaçlar da kemiğin kalsiyum miktarını artırmaya yöneliktir, ama çatısı zaten eksik bir kemiğe kalsiyum çökmesi dokuyu güçlendirmez; tebeşirde de bol miktarda kalsiyum vardır, ama yumuşak ve kırılgandır. Yaşla birlikte artma eğilimi gösteren aort balonlaşmaları (anevrizmalar) ana atar damarın işlevini yapmasını engellemez, o yüzden genellikle başka bir tetkik yaptırırken rastlantı sonucu saptanır. Oysa elastik olması gereken bu dokunun bu şekilde genişlemesinin doku çatısında bir bozukluğa işaret ettiği aşikardır.
Kollajen matriks bilimsel anlamda aslında hayli detaylı araştırılmıştır, ama ne işe yaradığı konusunda çok az görüş mevcuttur, onlar da “evrimci” Batı biliminin “faydacılık” prensibi üzerine kuruludur: “Kemik iskelet ne işe yarar” sorusuna “duruşumuzu ve yürümemizi sağlar” dışında cevap veren birine henüz rastlamadım. Halbuki istiridye kabuklarının matriks yapısı da üç aşağı beş yukarı benzer prensiplerle oluşturulur, ama onlar yürümezler. Üstelik kemiğin özünün anlattığı çok şey vardır, kollajen kemikten ancak bir gün boyunca kaynatırsanız ayrıştırılır.