İnsan vücudunun “ekose” özellik göstermesi bazı hastalıkların, daha doğrusu sendromların açıklanmasında önemlidir. Sendrom “belli belirtilerin birlikte göründüğü (yani ekose desen oluşturduğu) tablolardır”. Örneğin Marfan sendromu dediğinizde göz merceğinin yerinden çıkması, kalp kapakçıklarının gevşek olduklarından kan kaçırmaları gibi birbiriyle alakasız görünen değişiklikler bütünü ifade edilir. Hastanın dış görünüşü de ayırt ettirecek kadar karakteristiktir. İşte ekose sistem mantığı açıklanamamış bu belirtiler bütününe ışık tutar. Özelleşmiş dokular, daha genel olanların birbirini etkilenmeleriyle ortaya çıkar, aynen sıralı bir deste kartın belli bir mantıkla karılması sonrası dağılımın ne olacağı tahmin edilebilirse, bu düzenleme de nihai biçimin ne olacağını öngörmeye olanak tanır.
Hücre merkezli düşünceden çıkılacak olursa…
Günümüzde biyoloji ve tıp her şeyin genetik, yani DNA’daki genler aracılığıyla saptandığını kabul etmek eğilimindedir. Bu hücre merkezli bir düşünce biçimidir, “hücrenin çekirdeğindeki genetik bilgi emirleri vermekte, programı işletmektedir”. Ancak embriyonun gelişimine biraz detaylı bakarsanız anne-bebek arasındaki sınır netliğini kaybetmeye başlar. Bebek döllenmiş yumurtanın çoğalan hücrelerinin uç uca eklenmesi ve biçimlenmesiyle oluşmaz; hücre kütlesi çoğalıp geçen yazıda daha detaylı anlattığımız sindirim tüpü ve sinir tüpüne dönüşür. Sindirim tüpü karın bölgesindedir, bundan ilginç bir biçimde akciğerler de gelişir. Sinir tüpü ise beyin ve omuriliği meydana getirir. Ancak bunların gerçekleştiği ortam annenin ortamıyla sürekli temas halindedir. Daha genel hatlarıyla ifade etmeye çalışalım, aslında ortamda biçimlendirilmeyi bekleyen taslak doku kütleleri vardır, işte nöral krista bu biçimlendirmeyi yapar, “neyin nihayetinde neye dönüşeceğini” saptar. Dolayısıyla Marfan sendromunda merceği tutan liflerin gevşekliğine bağlı “mercek çıkması” ile kalp kapakçıklarının gevşekliğine bağlı “kan kaçması” birbirinden çok da farklı değildir. Nitekim kalbin kapakçık sistemi ve göz merceğini taşıyan sistemin her ikisi de nöral kristadan kaynaklanır.
Ekose desenin oluşması öncesi ilişkiler
Vücudun gelişiminin iki ayrı tüpün (sindirim ve sinir tüpleri) kapanmasıyla başladığını, sinir tüpü kapanmadan önce nöral kristanın göçünün meydana geldiğini ve biçimlendirmeyi gerçekleştirdiğini ana hatlarıyla tekrarlayalım. Burada açıklanması gereken son bir detay daha bulunmaktadır. Her iki tüpün ayrı olduğu, beynin kendi metabolizmasını ayrı yürüttüğü tamamen açık olsa da, her ikisi arasında aşağı yukarı embriyonun gelişiminin 17. gününde kısa süreli bir kanal açılır, buna sinir-sindirim kanalı (nörenterik kanal, 6. Carnegie evresinde açılır) denir. Bu birleşmenin neden olduğu bilinmemektedir, sonrasında da hemen kapanır. İki ayrı boşluk arasındaki bu birleşmede akımın belli bir yönü mü olduğu, yoksa karşılıklı değişi tokuşa mı olanak tanıdığın da belirlenememiştir. Ama yeni canlının kendine özel gelişimi de bunu takip eder, yani sinir tüpünü oluşturacak ilk yarık, ilk kan yapımının başlaması, “notocord” denen omurgayı (ve omurgalıların bütününü) belirleyen iplikçik vb. hep bu aşamadan sonra ortaya çıkar.
O halde tabloya yeniden başka bir gözle bakalım: (1) Ortada hücrelerin uç uca eklenmesi ile oluşan bir yeni canlı yoktur, iki ayrı tüp nöral kristanın verdiği ekose desenle şekillenmektedir. (2) Kan ve üreme hücreleri ortaya çıkan yeni bedendeki boş taslaklara yerleşir. (3) Dolayısıyla aslında tek bir döllenmiş hücreden gelişen yeni bir canlıdan çok, birden çok kaynağın birleşmesiyle ortaya çıkan, nereden kaynaklandığı açık olmayan nöral kristanın şekillendirdiği “kimerik” (bileşik) bir form vardır.