Ekose (tartan) özgün renklerde, paralel ya da birbirine dik kesen çizgilerden oluşan desenlerdir. Çizgilerin tek başlarına bir anlam taşımamalarına karşılık, ekose form karakteristik biçimi verir, dolayısıyla desenler çıkış yerleri olan İskoçya’da belli klanların ifadesine dönüşür. Vücudun ekose hali derken ifade etmek istediğimiz budur. Aslında hiçbir doku tek bir biçimsel özellik göstermez, başlangıçta ayrı olsalar da nihayetlerinde birbirinden farklı dokuların bileşiminden oluşur. Bu biçimlendirici öğenin ne olduğu uzun süre düşünülmüş, sonunda sırttaki sinir sisteminin hemen komşuluğunda gelişen “crista neuralis” (sinir ibiği) adı verilen hücrelerin biçimlendirmeyi yaptıkları sonucuna varılmıştır. Bu hücreler ileride beyin ve omuriliği geliştirecek sinir tüpünden göçerek nihai yerlerine vardıklarında çevre dokuyla etkileşime girerler ve biçimi ortaya çıkarırlar. Ortaya çıkan biçim ise kısmen benzer, ama başlangıçlarının sinir dokusu olduğu düşünüldüğünde karmaşıktır. Örneğin yüzdeki mimik kaslar, kafatasının tabanı, kalbin kapakçıkları, sindirim sisteminin sinir ağı, tene rengini de veren melanositler gibi pek çok hücre ve doku nöral kristanın vücuda göçü sayesinde ortaya çıkar.
Desenin ortaya çıkışı
Dolayısıyla aslında basit bir çizgi olarak başlayan süreç deseni oluştur, hatta desenle de kalmaz, işlevi meydana getirir. Dokunun ekose halinden kastımız da budur, tek bir doku değil, iç içe geçmiş sistemler ortaya çıkmaya başlar, işlevin mükemmele erişmesi de bu düzenin sağlanmasına bağlıdır. O halde nöral krista aslında biçimsiz gelişme özelliği olan kütleyi biçimlendirir, özelleşmiş işlevini verir (ancak üç boyutlu yapının nasıl belirlendiği yine bir sorundur), dolayısıyla anatominin dokuları birbirinden ayrıştırıcı düşünce biçimini de dışlar. Dokular yapısal olarak birbirinden farklı görünseler de aslında geçişlidir. Nöral krista ilk tanımı ta Galen zamanını bulan “synew” yapısını da oluşturur. Kelime olasılıkla sonrasında “sinir” kelimesine dönüşür, siyatik sinir gibi kalın sinirlerin etrafını saran inci rengi ve parlaklığındaki dokudur.
Sürekli kendini yineleyen döngü
Bu anlatmaya çalıştığımız modellemenin moleküler gelişimi, bütünsel mantığından daha iyi bilinir. Zira günümüz teknik imkanlarında moleküler detayı araştırmak, bütünsel anlama vakıf olmaktan daha kolaydır. Oysa genel bir bakış açısıyla şunları söylemek de mümkündür:
(1) Sinir sistemi ve beynin gelişimi ile sindirim sisteminin gelişimi birbirinden tamamen farklıdır. Eskiler sindirim sisteminin geliştiği tarafa “vejetatif” (bitkisel), sinir sisteminin geliştiği tarafa ise “animal” (hayvansal) yakıştırmasını yaparlar. Nöral krista bu ikisinin bir arada şekillenmesini ve çalışmasını sağlayan ara yüzdür, her iki yüzün ihtiyaca binaen uyumunu sağlar, ruh halinizi yüzünüze yansıtır.
(2) Sinir sistemi vücudun geri kalanından ayrı bir sistem özelliği gösterir, örneğin kendi kolesterol sentezini yapar, dahası vücutta işlev gördüğü bilinen bütün moleküllerin sinir sisteminde de karşılıkları vardır; aslında birbirinden bağımsız çalışan iki canlı formunun bileşimi gibi görünmektedir.
(3) Vücudun döllenmiş tek bir yumurta hücresinden geliştiği görüşü ise hatalıdır, yeni canlı bu hücrenin çoğalmasıyla ortaya çıkan kürenin yarıldığı iki yarım kürenin değme yüzeyinde (blastodisk) gelişir.
(4) Çoğalma (germ) ve kan hücreleri ise hep vardır, vücuttaki taslaklarına yuvalanıp bir sonraki canlıya aktarılırlar. Bunun sinir sistemi için de benzer gerçekleşmesi ciddi bir olasılıktır, nitekim sinirleri saran beyaz cevherin yapımını sağlayan hücreler de yumurtanın sarısından aktarılır.