Canlıların gelişimi biyolojinin en çok olmasa da en derinlemesine ilgilendiği alanlardan birisidir, buna embriyoloji adını veriyoruz. Özellikle memeliler, kuşlar gibi sınıflar, gelişim aşamasında aynı sınıftan olan diğer canlıların “benzeri aşamasından” geçerler. Mesela bir civcivin yumurta içindeki gelişimi dış görünüş olarak incelendiğinde hepsinde önce bir tüp yapısı ortaya çıkarken, sonraki aşamalar o canlı ailesindeki diğer üyelerin dış görünüşlerini de çağrıştıracak bir sıra izler. Buna “rekapitülasyon” adı verilmektedir. Yani, “canlı aynı soydan gelen öncekilerin bir taslağını gelişimi sırasında yeniden sergiler”. Bu tür kuralların hemen hepsi bugünün moleküler biyoloji tekniklerinin olmadığı dönemde konmuş olsalar da, yeni yöntemler de kuralların genel olarak doğru olduklarını göstermektedir.
Aşılamayan “ortak ata” problemi
Bu yaklaşım biçimi “ortak atanın olması gerektiği” düşüncesinden hareket ettiği için, canlıların soy ağaçlarının çıkarılmasını da olanaklı kılar. “Tarihin bir noktasında, bir nedenle çatallanmalar meydana gelmiş ve yeni türün ayrılmış olduğu” varsayımını kabullenir. Evrim düşüncesi ise, ortaya çıkan değişikliğin canlıya sağladığı (ya da sağlamadığı) avantaj nedeniyle hayatta kalmasına olanak tanıdığı (ya da tanımadığı) görüşünü ileri sürer. Bu yaklaşım başlangıçta mantıklı görülmektedir, zira yaşayan türler arasında belirgin benzerlikler vardır, bunlar embriyo gelişimi açısından da aynı sırayı izlemektedir; dolayısıyla bir “ortak ata” bulunması gerekmektedir. Ne var ki “ortak ata” arayışının yöntemsel bir kısıtlılığı vardır, fosil bulgularıyla doğrulanması gerekir. Oysa fosil bulgularının en eskileri Kambriyen döneme gider. Bu dönem yaklaşık 600 milyon yıl öncesine tarihlendirilir, öncesine ait fosil bulgusuna ise bugüne dek rastlanmamıştır. İşin daha ilginç yanı, mevcut fosillerin hemen hepsi, bütün çeşitliliğiyle birlikte bu zamanda ortaya çıkmaktadır. Canlıların çeşitliliği o dönemden bugüne bilakis azalmış görünmektedir. Dolayısıyla genel mantık her ne kadar ortak atayı zorunlu kılsa, yumurta içindeki gelişim aşamaları bunu desteklese de, bunun kanıtlanması olasılığı zayıftır.
Evrim dışında başka açıklama getirilemez mi?
İşte tam burada özellikle Darwin’in “evrim ve soyların seçilimi” yaklaşımı birden zemin bulur, “en uygun özellikleri gösteren tür hayatta kalır” açıklamasıyla bugün hayatta olanların neden sağ kalmış olduklarını açıklamaz, ama bir mantık içerisine oturtur. Zira kesin açıklamanın getirilmesi elbette zor olmanın ötesinde olanaksızdır, ortam koşulları bilinmediğinden, hangi özelliğin neden sakınmaya yaradığı ya da nasıl bir avantaj getirdiğinin söylenmesi mümkün değildir. Dahası, “en iyi olan hayatta kalmıştır” mantığı zaten cevabı açıkça belirtmese de, bir mazeret olarak kendi içinde barındırır: “Bir avantaj sağladığı için hayatta kalmıştır” önermesi kendiliğinden doğrudur, hayvan hayattadır, diğerleri ölmüştür, demek ki bunun bir özelliği olmak zorundadır.
Bütün mesele, bilinen canlılar için başka bir önermenin bulunup bulunamayacağındadır. Evrim olduysa bile, (düzenli ya da sıçramalı) hep doğrusal mı olmak zorundadır? Başlangıç noktası bütün çabalara rağmen Kambriyen dönemin öncesine geçememektedir, o halde o fosil kalıntılarına ne olmuştur? Biyolojinin bu sorulara çevreyi ve biyolojik sistem üzerine olan etkilerini bilmeden yanıt vermesi olanaklı görünmemektedir.
Kaynaklar: (1) Abzhanov A. von Baer’s law for the ages: lost and found principles of developmental evolution. Trends Genet 2013: 29: 712-722. (2) Richardson MK, Keuck G. Haeckel’s ABC of evolution and development. Biol Rev 2002; 77: 495-528.