Önceki yazılarda anlattıklarımız anlaşılır olmakla birlikte fikri çalışmadaki esas soruna çözüm sunmaz. Mesele yeni bir şeyi ortaya koymak olduğunda fikri çalışma layıkıyla verimlidir, eyleme dönüştüğünde uygarlıkların kapısını, savaşların dinamiğini, geçimini sağlamanın çok çeşitli yollarını sunar. Ancak esas zor olan içine doğulan ortamın açıklanabilmesidir. İnsan düşüncelerini bedenen çalışarak ürüne ve esere dönüştürebilir. Ekseni etrafında dönebilen bir cisim bir makarayken vinçlere, bir aks üzerinde arabalara sürüklenebilir, ama zaten mevcut olan bir ağacın, açlık duyusuyla kenetlenmiş yeme ihtiyacının kurallarının saptanabilmesi ve uygulamaya dönüştürülmesi çok daha zordur. Ağaç neden ağaç olmuştur, nehir neden nehir, deniz neden deniz olarak adlandırılır; insanlar neden bazı şeyleri yiyebilir, çoğunu yiyemezler?
Tek alana kısıtlı düşünme yetmez
Fikri çalışmanın eyleme dönüşme biçimi işte burada da ortaya çıkar, insan salt düşünmekten, hele hele sadece tek bir alanda düşünmekten kopmak zorundadır. Bu kopuş bir eylemdir, diğer alanların okunması ve anlaşılması isteği tek alanda kalmayıp diğerlerini düşünmek içrek anlamın okunamamış dilinin harflerini sunar. Hatta okudukça bunların bir zamanlar bilindiği düşüncesi bile garip biçimde ortaya çıkabilir, ama anlamlandırma başlı başına sorundur. Kuş gerçekten kemiklerinin içi boş olduğu için mi uçar, yoksa hava denizinde yüzmekte midir? Kedi gerçekten temiz olduğu için mi yalanır, yoksa tabaktan alamadığını diliyle tüyünden taramak için midir? Bu soruların karşılığı yoktur, ama biz günlük yaşamımız içinden bir cevap bulmak zorunda da olmayız, zaten böyledir.
Bir düşüncenin ortaya çıkması cevap arayışını doğuruyorsa cevap o alanın içinden çıkmaz, cevap aslında vardır ama başka alandadır. Champollion hiyeroglifi okumadan önce Kıptice öğrenmiştir. Schrödinger yaşamın esaslarına dair bir bileşik teori de geliştirmiştir. Sadece biyoloji okuyarak bilinmeye dilin anlamına varılması çabası beyhudedir, okuma ahenkle başka bir alanda karşılık bulunacak biçimde yürütülmelidir. Önce bütünüyle iktisat biliminde yoğrulmuş bir beyin, sonrasında felsefe ya da sosyoloji okurum derse mesafe kaydedemez, bunu aynı anda ve düzenli yapmak zorundadır.
Yorumlama sanatı
İşte bu ahengi yakalamak için başvurulan yönteme hermeneutik adını veriyoruz. Hermeneutik, genel anlamda, herhangi bir ifade, anlam, metin ya da sanat eserini yorumlama sanatıdır, bir tanıma göre anlama öğretisidir. Hermeneutiğin uyarlandığı başlıca alanlar teoloji, hukuk, filoloji, tarih ve felsefedir. Eskiden ars interpratandi (yorumlama sanatı) olarak adlandırılan düşünsel faaliyet, filoloji, oluş bilimi (Exegese) ve çeşitli bilim dalları tarafından devam ettirilmeye çalışılmış, 17. yüzyılda popüler hale gelmesinde Rönesans ve Reform hareketlerinin etkisi olmuştur.
Yorumlama sanatı fikri ve bedeni çalışmanın ahengin bağlıdır, ama her zaman aynı verimle gerçekleşmez. Olayların ortaya çıkışı daha çok birikime, ama eninde sonunda ona geçit verecek bir çatlamanın tecellisine bağlıdır, sadece zamanını bekler. Nasıl bir tohum çatlayıp dağılacak, bir doğum eninde sonunda oluşacaksa, yeni yorum da ne zaman geleceği belli olmayan zamanını beklemek zorundadır, yeter ki ahenk varlığını sürdürsün.
Önce bütünüyle iktisat biliminde yoğrulmuş bir beyin, sonrasında felsefe ya da sosyoloji okurum derse mesafe kaydedemez
cümlesine katıyorum bir ülkenin tarihini bilmek hatta kronolojik olarak bilmek konuyu biliyor olmanın kriteri olamaz o ülke o cağda tek başına değildi diğer ülkeler ve ilişkileri yönetenleri vs çoklu unsurlarla gelişim ve ilerleme gösterir en büyük etken de zaman
Aynı anda olagelen düşünceler ve olaylar devinimi gerçekleştiriyor
Yukarıdaki konunun irdelenmesi epey su götürür “Hermeneutik”
yorumlama sanatı konusu çok şeyin içinde var
Düşünceler yaratılış a gelip takılıyor