Bilmem Burak Eldem’in son kitabı Fraternis’i okudunuz mu? Size ilk kitabı “2012 Marduk’la Randevu”dan bahsetmiştim (Marduk ve çağın sonuna ilişkin söylenceleri, bununla ilişkili olabilecek diğer olası bütün kaynaklar da dahil olmak üzere ben hala inceliyorum). Fraternis yine çok eski bir söylenceden kaynak alıyor. Bu söylence Sibylline kitapları adı verilen, içinde ne yazdığı bilinmese de dünya hakkında çok önemli şeylerin yazılı olduğu kitaplara dayanıyor. Sibyl adı verilen rahipler tarafından korunan bu kitaplar, çağlar boyunca el üstünde, ancak saklı tutularak, ancak gerektiğinde başvurulan bilgileri içeriyor. Sibyl rahipleri aynı zamanda ana tanrıçaya dayalı, yani eril olmayan bir kültürü temsil ediyorlar. Gerçekten de Anadolu başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında dişiliğin yaratıcı gücüne dayalı olan varoluş, semavi dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte erkekleştiriliyor. Hıristiyanlığın “baba, oğul ve kutsal ruh” üçlemesiyle doruğa ulaşan ve bugün bütün ana dinler tarafından erkek eksenine oturtulan din öğretisinin öncesinde hakim olan ise dişi özellikler taşıyan tanrıça kültürü. Dünyanın ana tanrıçası Gaia, Demeter ya da farklı kültürlerde hangi isimler adlandırılırsa adlandırılsın kadının üretken ve doğurgan kimliğinden kaynak alıyor.
Burak Eldem içinde dünyaya dair her şeyin yazdığı bu kitapların önce Pythagoras Okulu’na geçtiğini, ardından Roma İmparatorluğu’nun güvencesi olarak saklandıklarını ve daha sonra ne oldukları kesin olarak bilinmese de hala bir yerlerde varlıklarını sürdürdüklerini anlatırken, bu kitapları ve bilgileri korumak amacıyla ortaya çıkan dayanışmaya da “kardeşlik örgütü” adını veriyor. Pythagoras döneminde bir okul olarak sürdürülen ve bireylerin kabul edilmelerinin ardından “inisiye edilerek” sırların aşama aşama aktarıldığı “kardeşlik”; bilgi ve aydınlanma karşıtları tarafında zaman zaman ortadan kaldırılmaya çalışılsa bile, varlığını sürdürmeyi başarıyor. Kişisel çıkarlarının bilim ve aydınlanma sonucunda ciddi anlamda zedeleneceği huzursuzluğu içinde olan tutucu kesimin baskısı Orta Çağ Avrupası’nda engizisyon ile doruğa ulaşıyor. Bu dönem Avrupa’nın, en açık gerçeklerin bile insanlara tehditle, zorla ve hatta işkenceyle reddettirildiği, bağnazlığın din sömürüsü altında yayıldığı karanlık çağı. Ancak kardeşlik varlığını sürdürmeyi başarıyor, darbeler alsa da, yıpransa da, kimliğini değiştirerek ayakta kalıyor. Tapınak Şövalyeleri, Hospital Şövalyeleri bu geleneğin devamı olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim Avrupa Aydınlanma Hareketi, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız İhtilali kardeşliğin güdümüyle gerçekleşiyor. Eldem’e göre Masonlar da aynı kardeşliğin günümüze ulaşmış farklı bir biçimi. Bence kesinlikle okumaya değer bir bakış açısı ve yorum.
Kardeşlikten ne anlıyorsunuz? Benim gibi anadan doğma kardeşi olmayanların kardeşlikten anladıkları kuşkusuz daha farklı. “İnsanın kardeşi olması çoğuna göre çok güzel bir duygudur, paylaşmanın öğrenilmesini beraberinde getirir, dahası dar gününde yanında olan ilk kişidir” derler. Hatta kardeşi olmayanları “paylaşmayı bilmez” diye de daha baştan ayrı bir konuma oturtuverirler. Ancak “kardeşlik” bana göre kardeşi olmaktan farklı bir kavram. Bence kardeşlik öğretilebilen, ama öğrenmekle hissettirilip benimsetilemeyen bir algı durumu. Yani insanların bir kısmında kendiliğinden var olan bir özün üzerine eklenen bir evrensel bilinç hali benim kişisel idrakime göre. Bu bilincin birkaç bileşeni var, birincisi “eşitlik” ve Fransız İhtilali’ni oluşturan üç ana unsurdan biri değil aslında, eşitlik zaten kardeşlik içinde ergimiş olarak yer alıyor. Eşit olmak “eşit haklara sahip olmak” demek ve kardeşlik söz konusu olduğunda yaşayan her şeyle eşitlik anlamını taşıyor, ilk kural olan “öldürmeyeceksin” ile temel ifadesini buluyor. Kardeşliğin ikinci bileşeni hiçbir canlıya zarar vermemenin yanı sıra, söz konusu bilinci pasif olarak taşımaktan öte aktif olarak da yerine getirebilmek adına “yardım etmek”. Yardım etmenin en basit ifadesi “zoru kolay yapmak”, ancak daha derin ifadesi ise öğretmek. Zira zoru kolay yapmanın en kolay yolu zaten öğretmek, öğrenen kişi sahip olduğu bilgiyle zorun üstesinden kolaylıkla geliyor. Kardeşliğin üçüncü kuralı ise “paylaşmak”, varsa var olanı paylaşmak, yoksa yok olanı paylaşmak. Sorunları, sıkıntıları, ama yanı sıra keyifleri ve mutlulukları da pay etmek
Lakin benim de üyesi olmaya çalıştığım evrensel kardeşlik örgütünün öyle pek gizlisi saklısı yok. Evrensel kardeşlik örgütünün tek üyeleri insanlar da değil, kediler, köpekler, bütün hayvanlar; ağaçlar, çiçekler ve bütün bitkiler evrensel kardeşlik örgütünün doğal üyeleri. Evrensel kardeşlik örgütüne sadece insanlar sonradan katılıyorlar. Oysa insanların çoğu böyle bir evrensel kardeşliğin farkında bile olmadan yaşayıp ölürler. Sadece küçük bir kısmı eşitlik, yardım ve paylaşma konusunda gerekli duyarlılığı gösterir. Onların birbirlerini tanımak için özel işaretlere, gizli kelimelere gereksinimleri de yok. Sadece birbirlerinin gözlerini görmeleri yeterli. Aç bir sokak köpeğinin birkaç lokma için kıvranışları, ağaçtan inemeyen bir kedinin çaresiz yakarışları, karşıdan karşıya geçemeyen bir yaşlının arayışları ya da akşam eve ne götüreceğinin derdinde olan bir işsiz adamın, kadının bakışlarında Fraternis. Evrensel Kardeşlik, gözle kurulan, sözle anlatılamayan bir bağ, çok ama çok eski, hiçbir şeyin henüz var olmadığı zamanlardan kalma bir bağ.