Gerçek, hakikat ve doğru arayışına giriş

Oxford Cinayetleri adının çağrıştırdığının aksine daha çok bir felsefe filmidir. Oxford Üniversitesi’nin şöhretli profesörlerinden Arthur Seldom ile ona hayran öğrencisi Martin işlenen cinayetleri matematiksel sembollerle çözmeye çalışırlar. Prof. Seldom matematik gibi sadece akıl içinde gerçekleşen bir süreci bir tarafa bırakırsanız gerçeğin asla var olmadığını iddia eder. Ona göre dünyadaki bizim algıladığımız hiçbir şeyin hakikat düzeyinde bir karşılığı yoktur, her şey yanlışlanabilir, dolayısıyla dünya aslında gerçek değildir. Sinema bu gibi filmler nadir olsa da, size beklenmedik anlarda yeni ufuklar açar. Bu film de gerçek, hakikat ve doğru kavramlarını incelemenin anahtarı oldu. Biz günlük yaşamda genellikle üçünü aynı manada kullansak da aslında felsefe açısından farklılar. Bu noktada doğrudan genel kaynaklara başvuruyoruz.

Gerçeklik var olan şeylerin durumudur, görülebilir yahut idrak edilebilir olsun ya da olmasın her şeyi içerir; varlık ve yokluğu kapsar. Buna göre felsefi alanda hiçliğin ve onun fiziksel obje ya da süreçlere sahip diğer şeylerle uyuşmasının biçimsel kavrayışıdır. Film de savaşın ortasında not almaya devam eden bir askerin görüntüleriyle başlar, asker çatışmanın ortasında olmasına rağmen defterine yazmayı sürdürür, aktarıldığı kadarıyla yazdıkları dünyaya bakışı değiştirecek bir içerik taşır. Gerçek aslında yoktur. Olamaması hali fizikte de karşılık bulur; olaylar kendiliğinden olmakta ise de, gidişatları gözlemcinin varlığına bağlıdır. Yani sadece algı seviyesine çekip meseleyi gözlemek bile gerçeği değiştirir hale gelir. Elektronların kesin yeri nasıl saptanamazsa, nasıl davranacakları da bir gözlemcinin onları görmesi durumunda değişir. Bu ebeveynlerinin hoşlanmadığı şeyleri yapan çocuğun, ona bakılması halinde eylemini değiştirmesi halinden çok da farklı değildir.

Hakikat nedir?

Hakikat ise gerçeklikle farklı bir kavramdır, öznel bir niteliğe sahiptir. Bir ya da iki birey tarafından belirli bir olayın açıklaması ve deneyimi fikir birliğiyle sonuçlanırsa deneyim ile ilgili görüş birliği şekillenmeye başlar. Bu görüş birliği daha büyük gruplar tarafından paylaşılır, sonra insanların kesin bir tespiti yoluyla kabul edilip anlaşılan bir hakikat olur. Ancak hakikat bile gruplar arasında değişkenlik gösterir. Bir grup kendi kabul görmüş hakikat bilgisine sahip olurken, bir diğeri farklı hakikat bilgisine. Mesela dini itikat da bu sınıfa girer, farklı topluluk ve milletler dış dünyanın çeşitli ve son derece farklı gerçekliğine ve hakikat bilgisine sahiptir.

Doğru ne anlama gelir?

Ve gelelim doğru kavramına, doğru nadiren kişisel bir yoruma konu olan aşamadır. Bu durum çoğu kez herkes tarafından gözlemlenen ve tartışılması gereksiz fenomen olarak kabul edilir. Kaynağın verdiği örnekle, ‘dünyanın birçok yerinde güneşin doğudan yükseldiği’ savı, bir doğrudur. Hangi yarım küreden olursa olsunlar, hangi dili konuşursa konuşsunlar, bu sav, herhangi bir gruba ya da ulusa ait olan tüm insanlar için doğrudur. Kopernik’in teorisiyle başlayan ve Galileo’nun “güneş, güneş sistemin merkezidir” önermesiyle şekillenen sav doğal dünyanın bir doğrusunu dile getirmektedir. Buna karşın, yaşamı süresince Galileo, bu doğru sav için gülünç bulunmuştur, çünkü çok az insan, bu savı bir hakikat olarak kabul etmeye ilişkin fikir birliğine varmıştır. 

Algılanması çok da kolay olmayan bu kavramlar daha çok felsefenin sınırları içinde yer alır. Ne var ki felsefenin içinde olan her şey de aslında dünya ortamında tezahür eder, yani felsefeyi kullanmadan bilim de oluşamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir